LUCY
Yönetim ve senaryo: Luc Besson Görüntü: Thierry Arbogast Müzik: Eric Serra Oyuncular: Scarlett Johansson, Morgan Freeman, Choi Min-sik, Amr Waked, Julian Rhind-Tutt, Pilou Asbaek/ Fransız filmi
Luc Besson dönüyor... Hiçbir zaman o ünlü Fransız entelektüelliği çevresine alınmayan (hatta ülkesinde bile...giderek daha çok ülkesinde!), kimi filmlerini sevdiğimiz (ah, o Derinlik Sarhoşluğu, Nikita, Leon-Sevginin Gücü), kimilerinden ise nefret ettiğimiz (Jeanne d’Arc, Angel-A, Arthur serisi), son dönemde Adele’in Olağanüstü Maceraları’yla yeniden bağrımıza basar gibi olduğumuz bu enerjik, yaratıcı, çocuksu, hafiften çılgın Fransız yazar-yönetmeni, dokuz yıldır üzerinde çalıştığını söylediği bu son filmiyle en azından bir şeyi başarıyor: gayet keyifli bir doksan dakika geçirtmek...Ve bu arada seyircisini insan denen yaratık üzerine sözüm ona bilim ve bilimsellik çerçevesinde düşünmeye çağırmak...
Burada özellikle sözüm ona kelimesinin altını çizmek gerekiyor!...Çünkü bu hayli çılgın öykünün gerçekten bilimsel bir tabana oturmadığı öylesine açık ki...En formunda bir Scarlett Johansson’un seksilikle hippy’lik arasında gezinen baskın feminizmini taşıyan güzel Lucy. Bir haftalık sevgilisi tarafından Bangkok’un en lüks oteline gidip, orada kalan gizemli Bay Jang’a kilitli bir çantayı teslim etmeye zorlanıyor.
Tayland elbette Uzak-Doğu’nun ünlü Mafya’larının en beterine sahiptir: Çinlilere rahmet okutacak kadar...Film boyunca tek kelime İngilizce etmeyen bu ölüm makineleri, Bangkok biryana, ikinci yarıda geldikleri Paris’i bile, hem de o müze gibi eski binaların içindeki heykelleri de yok etme pahasına kana boyayacaklardır.
Peki çantada ne vardır? Yeni bulunan bir tür sentetik uyuşturucu. Ki bunun bedene zerk edilmesi, insanoğlunun tüm hücrelerini eyleme geçirmekte, birbirleriyle ‘sıkı temas’ haline giren hücreler, özellikle bunca yüzyıldır -kabaca bir milyon yıldır!- sadece % 10’unu kullanmayı öğrenebildiğimiz beynimizi çok daha iyi kullanmayı sağlamaktadır!..
Lucy, diğer üç kurbanla birlikte midesine yerleştirilen bu maddeden kurtulmaya çalışırken, birden tüm güç ve yeteneklerinin arttığını fark eder. Ve bir üstün-kadına, canlı bir ölüm silahına dönüşür. Sonunda belki % 100’e dek gelebilecektir. Ama ne pahasına!...
Bu hoş fantezi, bu hayli zıpır film, yönetmenin bilinen becerisi ve iş bilirliğiyle kotarılmış. Bilimsel önerileri elbette çocuksu. Ama kim bunları ciddiye almamızı söylüyor ki...Onun dışında zekamızı kullanma ve aklımızı çalıştırma perspektifleri iştah açıcı. Ve Bangkok’un egzotikliğinden Paris’in romantizmine tüm doğal mekanları, Besson yine harika biçimde kullanıyor.
Özellikle Paris, bir kez daha bu kente aşkı bilinen Besson’n elinde mükemmel bir dekor oluyor. Eyfel’den Zafer Takı’na, ana caddelerdeki araba takiplerinden sokaklardaki kaçıp kovalamacalara...
Johansson filmin temel direği. Onun seksapeline eklenen fantezi yeteneği, aslında Besson’un sevdiği figürlerden olan süper-kadın’a yepyeni boyutlar ekliyor. O olmasaydı sanki bu film olmazdı neredeyse...
İki yan rol de önemli. Mısırlı oyuncu Amr Waked, o garip ve ‘çirkin’ suratıyla Fransız polisi Pierre del Rio’da mükemmel. Old Boy, I Saw the Devil vb. efsane filmlerden gelen Koreli Choi Min-sik ise, sadece ana dilini konuşarak bizi büyülüyor. Az şey değil!..