BATI YAKASININ HİKAYESİ X X X X ½ (West Side Story) Yönetmen: Steven Spielberg Senaryo: Tony Kushner Görüntü: Janusz Kaminski Müzik: Leonard Bernstein Oyuncular: Ansel Elgort, Rachel Zegler, David Alvarez, Ariana DeBose, Rita Moreno, Mike Faist, İris Menas, Josh Andres Rivera, Rivardo Zayas, Brian d'Arcy James, Corey Stoll Fox filmi, 2021 |
Bu filmin 1950 sonlarının bir Broadway müzikalinden uyarlanan ilk film versiyonu 1961'de çevrilmiş ve notlarıma göre Emek sinemasına ancak 1964'te gelmişti; üç yıl sonra... Nasıl sevdiğimizi, o zamanki grubumuzla nasıl birkaç kez gittiğimizi hatırlarım. Benim sinema yazarlığım başlamamıştı ancak defterlerime yazmıştım. Ama 1995 yılında ve sinemanın 100. yılında 100 Yılın 100 Filmi kitabıma bunu da almıştım ve bir yerinde şöyle demiştim:
"Bizler de filmin anlattığı kahramanların yaşındaydık; yirmili yaşlarımızın başında... Bu filmi tam gerektiği yaşta görmek bir ayrıcalıktı. Gerçi film eskimedi, bizden sonraki kuşaklar da onu çok sevdiler. Batı Yakasının Hikayesi temel özelliğini genç olmasından ve genç insanların hikayesini perdeye getirmesinden alıyordu. Ve müzikale yepyeni bir hava getiriyordu. Gençlerin toplu gösterilerde, sinemateklerde veya TV'de ilgisiz bir gözle seyrettikleri eski müzikallerin yerine bambaşka bir müzikal anlaşıyı geliyordu."
Evet, işte o gençliğe bakış bu filmde de aynen var. Hem de daha güçlü biçimde... Nasıl ilk filmin yönetmeni Robert Wise usta ilk kez müzikali denediği halde öylesine başarılı olduysa, bu filmde de ilk kez müzikal çeken Spielberg usta aynı başarıyı göstermiş. Belk daha ilerilere giderek...
57-58'lerin New York'u. Kent yönetimi (siz büyük sermaye de diyebilirsiniz!) çok geniş bir alandaki eski binaları yıkarak yerlerine modern mahalleler inşa etmektedir. Oysa burası özellikle göçmen ya da Amerikan alt sınıfların yoğun olduğu kalabalık bir yerdir. Üstelik bu gençler birbirine alabildiğine düşman iki çete halindedir: Sharks- köpekbalıkları ve Jet'ler. İlki hepsi Latin ya da Hispanik ailelerdendir: Meksika, Dominik ya da (en çok) Porto Rico kökenli. Ve de tümüyle gençlerden oluşan gruplar birbirlerine karşı horozlanmayı gündelik bir adet haline getirmişlerdir. Polisin tüm engelleme çabalarına karşın...
Ama kader ağlarını örecek ve imkansız gözüken şeyler gerçek olabilecektir. Jet'lerden yakışıklı Tony (ki bir yerde Polonya kökenli olduğu söylenir) Porto Rico'lu Maria'yla bir ilişki kurmaktan kaçınamayacaktır. Giderek bir büyük aşka dönüşen... Böylece ana entrikası itibarıyla yeni bir Romeo - Juliet hikayesi hissini de vererek... Bu olay filmin sonunda çözülen bir düğüm olacak ve filmin dramatürjisine damgasını vuracaktır.
Daha ilk sahnelerde Spielberg'in ustalığı ortaya çıkar gibidir. Bir büyük kentin tarihini silip bugünkü dev gökdelenler kenti olmasına nasıl kapı açılmıştır... Filmde o yıkık yapılar yanıbaşındaki capcanlı caddelerle birleşip nasıl inanılmaz bir dinamizm içeren o kalabalık danslara dekor olabilmiştir... Ve yönetmen o enkaz dekorunun içine nasıl öylesine bir dinamizm yerleştirebilmiştir.
Aynı biçimde, bu gençler topluluğunun çok iyi seçilmiş, olasılıkla tiyatrodan veya dans okullarından gelen elemanlarla ne denli 'erkekçe' durduğu ve kendine göre bir erotizm yarattığı da gözden kaçmıyor. Ta ki işin içine kadınlar girinceye dek... Onlar doğaları gereği sokağı değil, kapalı mekanları seviyorlar. Böylece örneğin devasa bir dans salonundaki Mambo'lu sahnede olduğu gibi, bu kez kadın cinselliğine yaslanıyor. Az şey değil tüm bunlar...
Bu koreografi müthiş bir şey... Taa Broadway döneminden itibaren ilk filmi de kucaklayan ünlü koreograf Jerome Robbins'in çabası sanırım bu filme de taban oluşturmuş. Ama bu filmin yeni koreografları kadar, usta görüntü sanatçısı Janusz Kaminski'nin danslarda bedenleri aşağıdan yukarıya tümüyle kavrayan ya da neredeyse 100'e yakın kişinin aynı anda dans ettiği sahneleri görkemli biçimde saptayan çekimleri de övgüye değer.
Ve de bir öge daha... Bir müzikal için bir diğer temel olan... O da müziği elbette... Ben o eski yazımda şöyle demişim: "Sinema tarihinde belki My Fair Lady'nin dışında tüm şarkıları akılda kalan ve unutulmazlaşan bir müzikal daha yoktur." Ve de Leonard Bernstein'in besteleriyle Stephen Sondheim'ın sözlerinin filmle nasıl organik biçimde birleştiğini anlatmış "Öyle ki hiçbir yerde 'şimdi şarkı bitti, konuya devam edelim' esprisi yok" demiştim.
Bu yeni filmde de öyle. Cool Boy'dan I Feel Pretty'ye, Maria'dan Tonight'a, A Boy Like That'den finaldeki alabildiğine romantik Somewhere'e dek böyle oluyor. Ve bu modern Romeo-Jülyet hikayesi bir kez daha yüreklerimize oturuyor.
Filmin önemli bir yanı da ırkçılığa getirdiği bakış. Gerçekten de Amerikan toplumunun bilinen Kızılderili veya Yahudi düşmanlığı yanı sıra yakın tarihte nasıl başka ırklara da nefretle yaklaştığı, bir müzikal havası içinde etkileyici biçimde veriliyor. Ve bu 'dünyanın en büyük devleti'ne yeni bir utanç aynası tutuyor.
Bu yeni filmin oyuncuları elbette yepyeni. 60 yıl önceki filmden kim hayatta kaldı ki!... Bir isim dışında: Rita Moreno... Eski filmde Porto Ricolu Bernardo'nun sevgilisi Anita'yı oynayan sanatçı bu filmde de var. Ama elbette aynı kişiliği oynamıyor; onun için çok yaşlı. Onu siyah yaşlı kadın Valentina'da görüyoruz. Deneyimiyle ortalığı yatıştırmaya çalışan bilge bir kadını oynuyor. Tam 90 yaşında... Ona bravo demek gerekir!
Diğer oyuncular da iyi. Romeo'muzda aydınlık yüzlü Ansel Elgort, Maria'da yine yenilerden Rachel Zegler, Bernardo'da David Alvarez, sevgilisi Anita'da Ariana DeBose, rollerine cuk oturmuşlar. Eski filmin ünlü oyuncularından Maria'da Natalie Wood'u, erkeklerdeyse George Chakiris, Russ Tamblyn gibi adları hatırlayabiliriz. Ama sanki yeniler daha canlı, hikayeyi daha iyi avuçlarına almış gibiler.
Sonuç olarak, tam 60 yıl sonra gelen bu remake - yeniden çevrim ancak övgüyü hak ediyor. Ve iyinin daha iyisi, giderek mükemmeli her zaman yapılabilir dedirtiyor. Hangi yaşta olursanız olun, eskisini ister görmüş ister görmemiş olun, bu yeni film sizlere çok şey verecek. Kaçırmayın derim…