AŞKIN GÖREN GÖZLERE İHTİYACI YOK X X X Yönetim ve senaryo: Onur Ünlü Görüntü: Vedat Özdemir Oyuncular: Fatih Artman, Demet Evgar, İncinur Daşdemir, Ezgi Eyüboğlu, Hare Sürel, Umut Temiz, Özgür Emre Yıldırım, Turgay Tuncalp, Ayşenil Şamlıoğlu Limon Film yapımı |
Onur Ünlü’yü ne yapmalı? Yakmalı mı, yoksa pamuklara sarıp saklamalı mı? Tahta mı oturtmalı, yoksa ahıra mı kapamalı? Övmeli mi, sövmeli mi? Karar vermek zor!..
2007 yılında Polis’le başlayıp ardından Çocuk, Güneşin Oğlu, Beş Şehir, Celal Tan ve Biricik Ailesi, Sen Aydınlatırsın Geceyi, İtirazım Var... Araya sıkışan Leyla ile Mecnun, Ben de Özledim, Beş Kardeş TV dizileri...
Ve son dönemde birden hızlanan ve art arda gelen filmleri....Kırık Kalpler Bankası, Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok, Cingöz Recai, Put Şeylere, Manyak....
İlk ikisinin gösterimi geciken, arada Cingöz Recai ve Manyak hayli eleştirilen...Ve bizler Put Şeylere’yi beklerken, birden birkaç festival dolaşmış bu filmi gösterime giriveren bir yönetmen.
Genel nitelikleri itibarıyla, gerçekten çok gerçek-üstü olana tutkun, fantastikle yatıp kalkmış, hep farklı, özel, şaşırtıcı, giderek itici olmayı seçmiş, yaratıcı ve hınzır bir kişilik. Sanki asıl amacı şu olan: tekrar olmasın da, söylenmişi söyleyip yapılanı yapmasın da, hep yeni bir şeyler getirsin de...Ne olursa olsun.
Ayrıca çok özel bir mizah duygusuna ve yer yer birden baş kaldıran etkileyici bir sinema anlatımına sahip olduğunu da söylemeliyim.
Kendi adıma hayli eleştirel yaklaştığım ilk filmlerinden sonra, Sen Aydınlatırsın Geceyi ve İtirazım Var, art arda bayıldığım iki film oldu. İlkini son dakikada 100 Yılın 100 Türk Filmi (2014) kitabıma alacak kadar... Demek ki benim onu sevmemem ya da önemsememem söz konusu olamaz.
Ama son filmleri beni de doyurmadı. Bu filmiyse tam anlamıyla şaşırttı. Nasıl anlatmalı, nasıl yorumlamalı?
Film otuzlu yaşlarını süren bir komiserin öyküsü. Salim boşanmış, küçük kızını annesine bırakmış bir yalnız adam...Evde gazete kağıtları üzerinde yemek yiyen, adı iyi detektife çıktığı için zor davalar sırtına yüklenen....
Ve bu arada görme yeteneğini gitgide kaybeden... Doktorun eninde-sonunda kör olacağını haber verdiği bir talihsiz adam.
O sıralarda civarda seri cinayetler başlar. Birini Salim bulur: sonsuz bir çayırın ortasında yatan hırpalanmış bir kadın cesedi. Ve ardından bir adam öldürülür.
Salim öldürülen adamın karısını tanır: ünlü ve kör şarkıcı Handan Soylu. Ve ilk andan itibaren kadına tutulur. Bu onun için bir yandan cazibesiyle, öte yandan ayni kaderi (körlük) paylaşmasıyla dayanılmaz bir durumdur. Ama kadın acaba kocasının katili olabilir mi?
Öykü bununla özetlenemez. İşin içine karışan başkaları entrikayı giderek zorlaştıracaktır: Salim’in annesi (ki o da kördür: bu aileden gelen bir illettir!), kadın meslektaşı, Handan’ın şoförü, civarda dolaşan bir şüpheli ve onun karısı Leyla...Ki o da kör çıkmaz mı?!..
Filmde kimi görkemli sinema anları var. Zaten biçimci bir film bu: hep kara bulutların dolandığı bir gökyüzü; vahşi bir doğa; aniden uçup yüksek bir dama konan dev karga....
Sık sık gelen ralantiler (yavaşlatılmış çekimler). Ayni ölçüde flu çekilmiş sahneler –ki biri Salim’le Handan’ın tek sevişme sahnesi. Çokluk gölgeli iç mekanlar. Ve cüretkar ters ışıklandırmalar.
Aynı biçimde, kahramanları ilk tanımamız... Handan’ın Demet Evgar kimliğinde iyice kabartılmış kıvır kıvır saçları, derin dekolteli uzun giysisi, upuzun ağızlığı ve körlüğünü saklayan kocaman kara gözlükleriyle ilk sahneye girişi. Daha doğrusu merdivenden inişi. Salim kadar bize de şok yaşatan...
Ve havada uçuşan sözcükler, diyaloglar. Örneğin Handan’ın sık sık ‘hayvan”, öküz ya da manyak demesi. Doğuştan kör Handan’la Salim’in şu diyalogu: “Kırmızı nasıl bir şey?”/ “Sizin gibi bir şey”. Veya şu: “Kadınlar aynaya bakarken tüm dünyayı görürler.” Ya da aynen, iki kez yinelenen sözler
Ya de jestler, eylemler. Örneğin hemen tüm kahramanlarımızın paylaştığı silah tutkusu. Salim’in tüm önemli konuşmaları kaydedip kulaklıktan dinleme alışkanlığı. Salim’in ayak fetişizmi; herkesi Burhaniyeli sanması. Ya da evde hafiften ensest durumları!..
Ya da piyanonun tek tuşuna inatla basma huyu. Ve o enfes çocuk korosu şarkısının gelip filme leit-motiv olması.
Tüm bunlar ve başka şeyler, bu filmi özel bir konuma getirip bırakıyor. Buna oyuncular da eklenebilir. Son derece özel fiziği ve oyun gücüyle nefes kesen Fatih Artman’ın öyle olduğu çoktan bilinen Demet Evgar’la eşleşmesi, filme kolay unutulmaz bir ikili sağlıyor: sinema tarihimize mutlaka geçecek olan...Ama uçarı Salim bir başka körü, Leyla’yı (Hale Sürel) yeğleyince, dengeler biraz bozuluyor. Demet Evgar’a yapılacak şey mi bu?
Ama işte, o temel sorun da ortada. Tüm bunların örtemediği biçimde...Ayni öyküde ve 80 küsur dakikalık bir filmde, bunca kör kişiliğe ne gerek vardı? Ünlü’nün bu kez körlüğe odaklanma ve insanın başına gelebilecek bu büyük felakete iyice yaklaşma arzusunu anlıyorum.
Aslında onunla iyice paylaştığımızı sandığım bir polisiye, daha doğrusu kara-film tutkumuz var. Ama o tür, bunca abartmayı kaldırır mı? Bir dramı ilmek ilmek örerken, körlüğü tam dört ana kişiye bulaştırmak neyin nesi?
Bu seçimin, aslında bu çok özgün filmi getirip eski Yeşilçam’da körlüğün “Eyvah, görmüyorum/ Allah’ım, görüyorum” teranesine yaklaştırdığını fark edememiş mi, sevgili Onur Ünlü?
Kısacası, bu değerli ve yaratıcı sanatçımızın artık daha özenli, daha seçici olması ve kalıcı yapıtlar üretme sürecine geçmesi gerekiyor bence...
Yarın: 10 X 10
Not: Bu ayın Milliyet-Sanat dergisinde Nisan ayı İstanbul festivalinde 9 filmi gösterilen İngmar Bergman’ın Güz Sonatı’nı yazdığımı okurlarıma duyururum.