Evet, dün benim son Koronavirüs olayı sırasında çektiklerimi ve tatilde okuduğum kitapları anlatmıştım. Sıra o sıralarda yazdığım kitapların serüveninde. Ve araya giren "meşum" engelde...
İki kitabımı da bitirip gittiğim Mudanya tatilinin son günlerinde birden kalp ağrıları çekmeye başladım. Özellikle iki sabah üst üste ve aniden sol yanıma giren o tarifsiz ağrı... Hemen kalkıp Bursa'da hastaneye gittik. Yıllar önce (tam olarak 2014'te) eşim Leman'ı sekiz saat süren belalı bir kalp ameliyatıyla sağlığına kavuşturan ve yalnızca doktorumuz değil aile dostumuz da olan Prof. Dr. Serdar Ener de orada, yani Bursa'da da idi ve yeni kurulan Medicana Hastanesi'nde çalışıyordu. Doğallıkla orayı tercih ettik ve acı gerçek ortaya çıktı; kalbimde ciddi bir sorun vardı ve bir anjiyo gerektiriyordu.
Bu arada bir anekdot... Tam anjiyo için yattığım gün, telefonda beni Ali Kızan aradı, yıllar önce TRT radyosunda programlar yaptığımız eski bir dost. Yönetmen Metin Erksan'ın ölüm yıldönümü de o günlere denk düşüyormuş. Benden gece geç vakit Erksan'la ilgili bir program yapmamı istedi. Hastanede olduğumu söyledim, gülüştük. Ama sonra o gece, yani anjiyomun bir gece öncesi boş olduğumu fark ettik. Ve o gece ben gece saat 11.30'dan itibaren radyoda Metin Erksan'ı anlattım!
Neyse... Ertesi gün anjiyo yapıldı, teşhis kondu ve önce bir, derken üç bypass'lık denen ameliyatın aslında 6 bypass'a gerek duyduğu anlaşıldı.
Böylece yaşlı bedenimi Serdar beye ve Medicana Hastanesi'nin bilgili, yetenekli, insancıl personeline teslim ettim. Tüm o kadın - erkek tıp insanları bize son derece dostça davranırken, hastanenin sahibinden başhekimine ve çeşitli doktorlarına sürekli ziyaretçilerimiz oldu. Elbette doktorumuz Serdar beyin (ve biraz da T24 yazarı olmamın!) etkisiyle, krallar gibi ağırlandık...
Genel anestezi sayesinde fark bile etmediğim operasyondan bir hafta sonra taburcu olup, Mudanya'daki yazlık evimize geçtik. Bir hafta da orada kaldıktan sonra, ilk kontrolü başarıyla geçirdim ve İstanbul'a gitmeme izin çıktı.
İstanbul'a gitmem çok önemliydi çünkü aklım oradaydı. İlk kitabım daha bir hayli emek istiyordu. Özel arşivimden resimlerin seçimi, tüm resimlerin yerleştirilmesi, bu son olayları anlatan yepyeni bir sunuş, tüm kitabın yeniden gözden geçirilmesi, kapak ve arka kapak seçimleri... Vs. vs...
Allahtan bu işler çabucak geçti, Remzi'deki arkadaşların da büyük katkısıyla... Ve kitap basıma gitti. Şu günlerde basıldı, ama dağıtımı önümüzdeki hafta olacakmış.
Aslında sinema hayatı Koronavirüs engellemesini aşıp, çok alçaktan da olsa başlamış gözüküyor. Ama ilk günler doğrusu pek çekici değil. Ayrıca benim içinde bulunduğum sağlık koşulları da gösterilere katılmamı engelliyor. Çünkü daha birkaç ay sürecek yasaklarla donatılmış haldeyim. Günde aldığım altı ilacın da etkisiyle olsa gerek, neredeyse 15 dakikada bir tuvalete gitmem gerekiyor! Tüm bunlar düzelir de o eski ve capcanlı eleştirmenlik yaşamıma dönebilir miyim, doğrusu bilmiyorum.
Ama şunu biliyorum: Sinema sevgim kadar sinema üzerine yazma tutkum da dipdiri ayakta. Şimdi, hemen ardından o "ikinci Koronavirüs kitabı" gelecek: NE KADAR ÇOK BAŞ YAPIT GÖRDÜK! – HAYATIMIZI DEĞİŞTİREN FİLMLER / 2015 - 2020. Yani son beş yılın beni gerçekten mest etmiş olan ve sayısız güzel film sunan dünya sineması. O da sanırım kasım ayında çıkar.
Ve arkasında bekleyen en azından dört proje daha... Özellikle geride kalmış anılarımı içeren... Bakalım enerjim ve de ömrüm yetecek mi!..
Bu arada bana kucak açarak bu yazıların en azından son yedi yılda yazılmasını sağlayan T24'e ve oradaki bütün arkadaşlara can-ı gönülden teşekkür ederim. Ve hepinizle yeni kitaplarda buluşmayı dilerim.