Boğaziçi olayı... Aslında dünyanın her anlamda en güzel sözcüklerinden biri olan ve bize sahip olduğumuz en harika doğa olaylarından birini düşündüren bu sözcüğün, şu günlerde böylesine kin, nefret, iftira, aşağılama ve yalana mekan olması acınacak bir şey değil mi?
Evet, çünkü orada tarihin en önemli, en klasik çatışmalarından biri yineleniyor. Gençliğin kurulu düzene, haksızlığa ve sömürüye isyan etmesinin yeni bir örneği. Ki o başkaldırı, o isyan tarih boyunca en önemli, en radikal değişimlere yol açmış, bir diğer deyişle tarihin gidişatını değiştirmişti.
Örneğin sözlüklerde "Fransa'daki mutlak monarşinin devrilip, yerine cumhuriyetin kurulması ve Roma Katolik Kilisesi'nin ciddi reformlara gitmeye zorlanması" diye tanımlanan 1789 büyük Fransız Devrimi'nin ardında -elbette görmedik ama- genç kitlelerin olduğunu kestirmek yanlış olabilir mi? O Devrim ki bir çağı bitirip öbürünü başlatmıştır.
Büyük bir adımla 20. yüzyıla gelirsek... Kurtuluş savaşımızda tüm dünyaya karşı bizzat savaşanlar gençler değil miydi? Büyük Atatürk her fırsatta gençleri övmedi mi; devrimlerini onlara emanet etmedi mi?
Dünyaya bakarsak... Adına '68 olayları denen olaylar, o dönemde tüm dünyanın kaderini değiştirmedi mi; en büyük ülkelerde ve en katı rejimlerde bile gerçek demokrasiye, sahici adalete ve insan haklarına geçişi hızlandırmadı mı?
Elbette daha sayısız örnek var. Ama şu Gezi olayları bile bizim için bir milat olmadı mı? Yalnızca Taksim meydanının ruhu olan o güzelim parkı haincesine dikilmek istenen, kışla benzeri bir yapıdan kurtarmakla kalmadı. Bir iktidarın seçimle gelmiş olsa bile her istediğini yapamayacağını; kamuoyu denen bir şeyin varlığını ve şehircilik sorunlarının bile taşıdığı önemi hatırlattı. Herkese, hepimize... Ve bu iktidarın önemli bir yenilgisi oldu. Onun için unutamıyor ve yıllar sonra bile kapanmış davaların çoktan beraat etmiş isimlerini yeniden mahkemelere yollamıyorlar mı?
Evet, Boğaziçi. Bu seçkin üniversiteyi ne severim... Kızım Ece oradan mezun oldu. Ben özellikle sevgili dostum, merhum Mithat Alam ve o büyük sinema sevdalısının orada kurduğu Mithat Alam Sinema Merkezi hatırına birçok kez gittim; filmler sundum, konuşmalar yaptım. Birçok yerli-yabancı ünlüyü orada ağırladık. Örneğin yerlilerden kalabalık bir eski Yeşilçam kadrosunu, Ferzan Özpetek'i, yabancılardan yönetmen Costa-Gavras'ı hatırlıyorumu. Ve hem okulun öğretmenlerinin düzeyine, hem de öğrencilerinin genel kültürüne duyduğum hayranlığı da...
Ve orada olup bitenlere karşı müthiş bir isyan duygusu geliştiriyorum. Tek amaçları haksız buldukları bir atamaya karşı çıkmak olan, bunu da -üstelik tam kadro akademisyenlerin de desteğiyle- demokratik biçimde protesto eden gençlere bu tavır nasıl reva görülüyor? Onların bedenleri kadar en kırılgan çağındaki ruhlarının da nasıl zedelenebileceği, ana-babalarının ne denli kahrolabileceği hiç düşünülmüyor mu?
Ve siyaseti en çirkin bir oyun haline getirmiş, takallüs etmiş suratlarına artık tahammül bile edemediğimiz bir kuşak, bu genç insanları nasıl harcıyor, nasıl onlara hakaretler yağdırıyor, nasıl o en güzel çağlarına devlet eliyle bir kabus gibi çöküyor...
Ve onların maşaları, nerede bunun için toplanmış bir gençlik görse (yalnızca üniversite bahçesinde değil, her yerde), itip kakıyor; yüzlercesini tutuklayıp götürüyor... Bırakınız empatiyi, en küçük bir merhamet, bir acıma, bir koruma içgüdüsü bile göstermeden... Gerçekten şaşıyorum, üzülüyorum, kahroluyorum.
Ve bu ileri yaşımda şeytan diyor ki; Kalk, git, o gençlere katıl... Ve görevini yap. Ama yaşlı bedenim ruhumun bu isyanına pek katılmıyor. Ah, keşke o güzel günler geri gelse de, yine Boğaziçi'nin o barış, huzur, kültür ortamına yeniden katılabilsem/katılabilsek!..
Bunun için temel çare sayın rektör Melih Bulu'nun istifası gibi gözüküyor. Resimlerinde sempatik bir insan olarak gözüken Melih Bey'e bunu içtenlikle tavsiye ederim. Eğer yapabilirse, emin olsun, adı Türk demokrasi tarihine altın harflerle geçecektir!..