LOUVRE MÜZESİNDE BİR GECE X X X
(A Night at the Louvre: Leonardo da Vinci)/ Yönetmen: Pierre-Hubert Martin/ Görüntü: Sylvain Sechet/ Oyuncular: Vincent Delieouvin, Frank Louis/ Fransız filmi, 2021
Basın gösterimi haftalar önce yapılmış bu belgesel, bir terslik olmazsa bugün gösterime giriyor. Film özel bir nitelik taşıyor: tümüyle Fransızların eşsiz müzesi Louvre’daki Leonardo da Vinci eserlerine ayrılmış. Ölümünün 500. yılı vesilesiyle onu anmak için... Daha doğrusu, Louvre’un bu nedenle geçen yıl düzenlediği görkemli serginin promosyonu için... Ve özellikle resim-heykel sanatlarını sevenlere yönelik bir film olmuş.
Ama bu filmin sonuç olarak her aydın insana belli bir zevk vermesini ve Da Vinci’nin dehasını daha iyi kavramasını engellemiyor. Yer yer biraz uzun tutulmuş ve tekrarcı olsa da...
Böylece konunun uzmanı iki adam bizleri sergide gezdiriyor. Bazen biri, bazen öbürü, kimi zaman ikisi birden...Oyuncu değiller, ama hayli sempatikler ve işlerini hiç de fena yapmıyorlar!... Ayrıca yer yer kendisi gözükmeyen bir kadın sesi de yorumlar yapıyor.
Ve ne çok şey öğreniyoruz!... Örneğin tuale yumurta sürmek yerine ilk kez kullanılan yağlı boya tekniği... İki boyutlu resmi üç boyutlu kılmanın incelikleri... Asıl tablodan önce yapılan sayısız kara kalemle çizgi denemeleri... Işık ve gölgenin usta işi kullanımının resme kattığı ruh...
Ve ortaya çıkan kimi tatsız gerçekler... Örneğin Son Yemek tablosunun aslı hala Milano’dakı kilisede. Louvre’daki onun öğrencilerinin yaptığı bir kopya... Ama ne kopya da denebilir!..
Ya sonunda uzun uzun anlatılan ünlü La Joconde ya da Mona Lisa tablosunun sayısız gizemi... Çünkü zaman içinde o kadar çok oynanmış, üzerinde o kadar çok onarım yapılmış ki, kimileri asıl tablodan ne kaldığını sorar olmuş!... Zaten oynansa da oynanmasa da, bu yağlı boya tablolar geçen zamandan kötü yönde etkileniyormuş.
Ama elbette bu şarkılara geçen, filmlere ve romanlara konu olan kadın portresindeki o unutulmaz bakışın yüzyıllardır bitmemiş büyüsüne kapılmamak mümkün değil. Hep söylenir ya: salonun neresinde olursanız olun, onun gözleri hep size bakar diye!...
Elbette resimlerin hepsi açık dinsel motifler içeriyor. Yani Hristiyanlıkla ilişkili ve onun efsanelerini ve kutsal kişilerini ele alarak... Bu konuda da hayli bilgilendiriliyoruz.
Ayrıca uzun bir bölümde Da Vinci’nin bilime olan ilgisi ve bir dönemde sanatı bırakıp bu alana yoğunlaşması anlatılıyor. Kuşkusuz sonraki dönemlerin “bilim çağı” havası egemen olsaydı, bu alanda da çok yenilikler getireceği su götürmez.
Filmde bol müzik kullanılmış. En çok Bach; ardından Rachmaninoff veya Borodin gibi klasikler. Ama az bilinen besteciler de var: Marin Marais, M. A. Charpentier, François Couperin, Henry Jawes gibi... Meraklıları bilebilir.
Fransa’nın ulusal değeri Jean-Paul Belmondo öldü, malum. Bir gazeteye yazımı yazdım (benden talep eden Milliyet’e); Fransız Kültür Merkezi’nde onun tanınmış filmlerinden Çılgın Pierrot’nun gösteriminden hemen önce kalabalık bir salona onun üzerine konuştum: yine talep üzerine Türkçe ve Fransızca olarak... Ama aklımın hep gerisinde bir şey vardı; onunla da birçok ünlüyle olduğu gibi bir araya gelmiştik sanki... Ama ne zaman ve nerede olduğunu hatırlayamadım. Albümlerden de bir resim çıkmadı. Çıksaydı o yazılarda kullanırdım.
Ta ki eşim Leman bir köşede sıkışmış eski resimler bulup ortaya çıkarıncaya dek... Böylece onunla baş başa bir resmimiz çıkmış oldu. Öylesine sevindim ki... Bir küçük hazine bulmuş gibi...
Olayı da hatırladım. O zamanlar (70’lerde) Cannes’da bir adetleri vardı: biz gazetecileri alıp yakında Nice’deki geniş stüdyolarına götürerek, çekimlere katılmak ve sanatçıları görüp resimlerini çekmek imkânı verirlerdi.
Bu olay da olasılıkla ilk yılım olan 1970’de yaşanmıştı. Ayni yıl ünlü komedi ustası Louis de Funes’ten şarkıcı Gilbert Becaud’ya, Anna Karina’dan Claudia Cardinale’ye birçok kişiyi de tanımıştım. Ama en önemlisi karşı karşıya olduğumuz Belmondo idi. Onun yüzünde o ünlü tebessümü, benim da ise hayatımda ilk ve son kez bıraktığım burma bıyığım vardı!... Ne günlermiş....
Benim için önemli bu olayı dostlarım, okurlarım ve ‘francophone’larla paylaşmak istedim. Belmondo’ya da son bir selam yollayarak...