Öylesine heyecan dolu günler yaşıyoruz ki... Yalnız heyecan mı? Aynı zamanda korku, dehşet, nefret, pişmanlık, öfke... Ama aynı zamanda sevinç, mutluluk, umut, takdir, inanç... Böylesine bir duygular karmaşasını çok uzun zamandır yaşamamıştı Türkiye... Kendimce şöyle bir bakmak istedim.
Tam on ilimizi, dolayısıyla Türkiye'nin Güneydoğu'daki önemli bir bölümünü kapsayan 7.6 ve 7.7 şiddetindeki iki depremin art arda gelmesinden sonra, tam 2412 artçı deprem daha yaşadı. Demek ki olay çok uzun sürdü ve sürüyor. Böylece çok zengin deprem tarihimizi aşan bir felaket yaşadık, yaşıyoruz. Şu ana dek 30 bini aşan ölü verdik. 120 bin de hasarlı yapı var. Ama mucizevi kurtuluşlar oldu, oluyor. Toprak altında sağ kalmanın sınırı 9 gün imiş. Yani 210 saat kadar... Demek ki zaman azalıyor. Ama hâlâ mucizeler olabilir; nitekim oluyor.
İşin iyi bir yanı ülkedeki ve dünyadaki birleşme olayı. İlk iki gün biraz duraksandı, işe geç başlandı. Erdoğan'ın açıkça itiraf ettiği gibi... Ama sonrasında öyle bir güç birliği oluştu ki... İşin ustası, öncüsü ve dehası Nasuh Mahruki'nin daha 1996'da kurduğu AKUT ne yazık ki bu hükümet tarafından tukaka edilmişti. Yerine gelen AFAD o denli tecrübeli olamadı ve beklenen görevi yapamadı. Bunlara büyük ses ustası olduğu kadar ülkenin en önde gelen yardımseverlerindren Haluk Levent'in kurup yürüttüğü AHBAP da eklenebilir. Ayrıca Türkiye Silahlı Kuvvetleri, sayısız yerel kuruluş, birçok belediye ve itfaiye kadroları, ülkenin dört bir yanından yağan özel veya kurumsal destek de var. Örneğin sadece İstanbul'da, biri ENKA olan iki ayrı yerde yollanmak üzere hazırlanan devasa kutular gördüm.
Bunun ötesinde dünyadan yağan yardım... Doğrusu umutları aşan biçimde ve derecede... Tam 74 ülkeden gelen on bini aşkın yardımsever, uzman ve gönüllü kişiler... Ve o ekiplerin de kurtarma olayındaki rolleri; başardıkları zaman duydukları büyük sevinç ... Tüm bunlar, hiçbir dönemde olmadığı gibi ekranlara, gazetelere ve medyaya yansıyor. Zaten gazeteler de, görsel medya da yakın günlerde en çok verdiği haberleri tümüyle unutmuş!.. Ne Ukrayna'daki korkunç savaş; ne İran'daki mollalarla mücadele... Hiçbirinin adı anılmıyor. Öylesine kendi kendimize, kendi sorunlarımıza kapanmışız ki...
Akşam artık birleşmiş ve ortak yayın yapan birçok kanal gece boyu aynı haberleri yineliyor. Ne yerli dizi kaldı, ne film... Ne de basında Kelebek tarzı magazin... Çünkü özellikle kurtulma olayları, dizilerin içerdiği tüm ögeleri içeriyor. Hem de fazlasıyla... Medya tarihi içinde akılda kalacak bir özel dönem. Medya deyince... Özellikle umut verici olayları en iyi veren Hürriyet oldu. Sözcü ve Cumhuriyet ise medyadaki haklı ve anlaşılır misyonları nedeniyle, devleti eleştirmeyi seçtiler. Ve de yazarlarıyla öne çıktılar. Onları da kutlamak gerekli. TV'deyse birlikte çalışan CNN Türk ve Kanal D başta gözüküyor. Çok tekrara düşseler de... Özellikle CNN'nin o genç kadın muhabirleri sık sık gözlerimizi yaşarttılar.
Ve o umut veren olaylar... Öylesine ilginç, öylesine dramatik, öylesine insancıl ki... Ve, ben kendimden biliyorum, hepimizi öylesine etkiliyor ki... Bunları toparlayıp bol resimli albümlerde sunmak çok iyi bir fikir olabilir. Toplumsal tarih açısından... Çünkü neler yaşadık ve yaşıyoruz ki... "Sesimi duyan var mı?" sorusu, iki yandan da gelebilecek ortak bir çığlık... Böylece o on ilden gelen "enkaz başındaki zorlu mücadele"ye bir göz atarsak.
Örneğin Kıbrıs'tan tatile gelen tam 39 kişilik sporcu (voleybolcu) kafilesi... Aynı otelde kalan, Anadolu'yu öğrenme turuna çıkmış tercüman-rehber adayları. Hepsi birden kayıp!.. İlki için Kıbrıslı dostum Ogün Erciyas'tan öylesine bir matem çığlığı aldım ki... Aynı şey Hatay kökenli dostum Günay Ezer veya komple sinema insanı İhsan Mursaloğlu için de geçerli. Akrabalarının ölümüne galiba alışmaları gerekecek.
Ve unutulmaz anlar... "Ben Fener'liyim" diyen Kamilcan ve kaptan Altay Bayındır'dan ona gelen teşekkür... Üç günlükten başlayıp sayıları hızla artan her yaştan bebekler... Gülümseten, kanımızı ısıtan, sağlık görevlisinin parmağını emen... Kimi binalarda 8 veya 6 kişinin birden kurtarılması. (Sevinci düşünebiliyor musunuz?). Onca kurtarmalar arasında, Ensar ve kardeşi; 13 yaşındaki kız ve annesi; "İyiyim" diye seslenen öğretmen... Adları Asyanur, Mediha Nadmesbezi, Lena Maradini, Müzeyyen Öfkeli, Güler Ağrıtmış, Aysıma Baltacı, Rukiye Sincar, Saadet Coşkun, Naime Şakar, Adnan Ahmat Amir, Semih İnce, Hacı Ahmet Eyice, vs. vs. olan sayısız genç-yaşlı insan... Ve hâlâ diri olan umutlarımız...
Ve o yardıma koşan ülkeler... Tüm o Alman, Yunan, İspanyol, İtalyan, Macar, Avusturya, Fransız, Belçikalı, Amerikalı, Brezilyalı vs. ülkelerden gönüllü kişiler. Hindistan yardım önerirken, Pakistan'dan kimliğini açıklamadan gelen o yüksek rakamlı yardım.. Adları Yasa, Sıla, Cesur, Proteo olan köpekler. Ki bazıları tüm bir ekibi doğru yöne sevketmiş...
Elbette yapılacak çok şey var. O arayışları daha birkaç gün inatla sürdürmek... Onca bina kağıt gibi yırtılırken, ayakta kalanların bunu nasıl başardıklarını irdelemek... Yıkılıp giden binaların veya sitelerin müteahhitlerini bulup yargı önüne sevk etmek; o meşum 'imar affı' günahını tümüyle kaldırmak... Ayrıca o 'deprem izolatörü' buluşunu yaymak ve tüm önemli yapılara koymak...
Ve sevgili Orhan Pamuk'un'un ettiği şu söz: "Halkın öfkesi bitecek gibi değil!" Elbette halkımız uzun zamandır hiç böylesine öfkelenmemişti sanırım. Sonucu hep birlikte göreceğiz.
Atilla Dorsay kimdir? Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor. On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti. Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler. Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı. 1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü. Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu. Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı. Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için. Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor. Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti. TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı. Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi". Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor. Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı. Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor. Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"... |