Doğrusu CHP Cumhurbaşkanı adayı olarak Muharrem İnce’yi çıkardığında çok mutlu olanlardan değildim. Öylesine bir gizem havası yaratılmış, öylesine bir sürpriz kişilik anonsları yapılmıştı ki... Kendi adıma bizzat Kılıçdaroğlu’nu tercih ederdim. Ama o gerilim içinde özellikle sanat alanından kimi adlar da aklımdan geçmedi değil. Ne bileyim, bir Zülfü Livaneli mesela!..
Ama İnce’ye giderek ısındım, alıştım, onu sevdim. Belki biz ‘entelektüel’ (buna kendimizden menkul olarak ‘aydın’ diyelim mi?) kesimi için ideal bir aday değildi. Çok uzun cümleler kuramıyor, teorik yaklaşımlar yapamıyor, uslup cambazlıkları sergilemiyordu. Biz ukala aydınların sevdiği gibi bir retorik ustası, bir derin anlamlı sözcükler mimarı değildi.
Ama halkla, kitleyle, emekçilerle öylesine bir ilişkisi vardı ki...En doğal biçimde, hiç rol yapmaksızın, en içten gelen bir inandırıcılıkla... Örneğin Uşak yolunda o çobanı kucakladığında şaşıran adamın “Sarılma istersen abi, çünkü kokuyorum” demesine karşı “Bak şimdi, içimden sana daha çok sarılmak geldi, ben o kokuya çocukluğumdan beri alışkınım, merak etme'' demesi...
Nasıl demesin ki... Bir zamanlar Yalova’nın Elmalık köyünde çobanlık yapmış değil mi? Ama bu sözler sanki bir Brecht oyunu ya da Boris Pasternak romanı okur gibi durmuyor mu?. (İşte size yine aydın usulü referanslar!).
Ve bu böyle gitti, gidiyor. Halkın her kesimiyle sıcacık ilişkiler kuruluyor, sohbetler ediliyor, kucaklaşmalar yaşanıyor. Ve sanki yıllar sonra yeni bir Karaoğlan efsanesi yeniden yaratılıyor.
Bu arada, bence anlamsız biçimde aday listesi dışında bırakılan dürüst ve sağlam politikacı Barış Yarkadaş’ın Hepsi Yaralar, Sonuncusu Öldürür adlı ilginç kitabında, merhum Bülent Ecevit’in nasıl Karaoğlan olduğu Kars’lı büyükannesi Şahzade Şahin’in ağzından veriliyor, duyurmuş olayım!..
Ve Muharrem İnce gerçekten de gümbür gümbür geliyor. Katıldığı TV programlarında onu biraz ezmek, en azından küçümsemek için orada bulunan ünlü gazetecilere laf bırakmayarak...Ve sonunda tüm izleme rekorlarını kırıp ezerek...
Yer yer popüler ve popülist, ama çok öz sözler ediyor. Örneğin “Türkiye’nin özeti başbakana yağcılık, tarikata bağlılık, sünnete uygun bıyık” diye mizah yapıyor. Ya da “AKP’yi neden yenemiyoruz? Birincisi elit yaklaşımlar. Sonra herkesin general olması. Yeterince çalışmamak. Halkın dilini konuşmamak. Zaman zaman halkın değerleriyle catışmamak” teşhislerini koyuyor.
Böylece onun çok çalışacağını, halkın genel değerlerine saygı göstereceğini, halk dilini konuşacağını ve elit yaklaşımlarda bulunmayacağını bekliyorsunuz. Aynen de öyle oluyor.
Bir endüstri meslek lisesi, ardından Balıkesir Necatibey Eğitim Fakültesi’nde eğitimini tamamlıyor. Sonra öğretmenlik yapıyor. Hatta bir ara Artvin İmam-Hatip Lisesi’nde... Bu ona haklı olarak “İmam-Hatipler’deki yapıyı biliyorum. Onlar da bu ülkenin evlatları” deme hakkını veriyor. Ve olasılıkla Reis’i o denli iyi anlamasını ve onu illet edecek laflar etmesini de sağlıyor!..
Tüm bu halka yakın yanlarının yanı sıra, bir kültür adamı da o... Daha 11-12 yaşlarında, köyde kırın ortasında ve incir ağaçlarının altında bir küçük kitaplık kurmuş. Kemal Tahir, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Cengiz Aytmatov vb. kitapları bulunduran...Ve o yaşlarda gazeteleri okumaya başlamış. Onun için kendi deyişiyle “şiirsel bir dil kullanmaya, akılda kalan sözler etmeye” çalışıyor. Ve beceriyor...
1991’de Yalova’da ilk kez CHP yönetimine katılmış. Son seçimlerde 48 saat, hiç uyumadan sandık başından ayrılmayan inatçı ve enerjik bir yapısı var. Ve sandık kurullarına “bu kez işiniz çok zor” diyebiliyor.
Ve de ekliyor:
“Bu kez bunlardan kurtulacağız. 1919 ruhuyla, Dumlupınar ruhuyla kurtulacağız.”
Ayrıca kimi ‘söz üçlemeleri’ yapmada da usta. Örneğin “barışma, büyüme ve bölüşme” üçlemesi, barış özleminin yanı sıra üzerinde özenle ve ısrarla durduğu ekonomik gelişmeyi ve bunun hakkaniyetli biçimde halka yansımasını simgeliyor. Ve emekçi kesimi hayli etkiliyor.
En son da “yön, yöntem ve yönetim” üçlemesini açıkladı. Ve daha soyut olsa bile, bu da ilgi gördü. Yani sözcük dağarcığı ve bunları akılda kalacak biçimde düzenlemesi çok iyi.
Evet, artık her şeyin değişeceği, aydınların tüm kaygılarının ve korkularının, umutlarıyla birlikte, çok daha geniş bir kesimin, halkın da katılımıyla bu ülkeyi yaşadığı karabasandan kurtaracağı büyük olay yaklaşıyor.
Yeter ki son güne dek çaba gösterelim. Yazıp çizelim, konuşalım, tartışalım, ikna edelim. Ülkeyi adım adım dolaşalım, her köşeye ulaşalım, her kesime seslenelim. Gerçek yurtseverliğin o büyülü dokunuşuyla herkese el uzatalım.
Ve güzel ülkemizi gerçek demokrasiye, hakka-hukuka, adalete ve refaha kavuşturalım.
Not: Bu yazıdaki Muharrem İnce sözlerinin bir bölümü SÖZCÜ gazetesinde 5 Mayıs günü yayınlanan Uğur Dündar imzalı portreden alınmıştır.