ÇAYKOVSKİ'NİN KARISI X X X X (Tchaikovsky's Wife) Yönetim ve senaryo: Kirill Serebrennikov Görüntü: Vladislav Opelyants Oyuncular: Alyona Mikhailova, Odin Lund Biron, Ekaterina Ermishina, Natalya Pavlenkova, Filipp Avdeev, Nikita Elenev, Alesandr Gorchilin, Varva Shmykova Rus filmi, 2022 |
Cannes 2022'de gösterilip hayli sükse yapan bu film bence son dönemin o en büyük sürprizi getiren filmlerinden biri. Bir kez daha, bir büyük kitle filmi olmasa da, izlenmesi ve en güzel sinemasal anılarımız arasında yer almayı hak ediyor.
Bu aslında ünlü Rus bestecisi Pyotr Tchaikovsky'nin (kısaca Çaykovski mi desek?) yaşam öyküsüdür. Daha önce de İngiliz yönetmeni Ken Russell'ın Music Lovers - Müzik Aşıkları filminde çok farklı bir bakışla anlatılmış olan... Doğrusu bu filmi tercih ederim.
Opera, bale, enstrümantal ve oda müziği ile şarkı gibi birçok tarzda eser veren besteci, günümüz klasik müzik repertuvarındaki en popüler eserler ortaya koymuş. Kuğu Gölü, Uyuyan Güzel, Fındıkkıran bale müzikleri, 1812 Uvertürü, ilk Piyano Konçertosu, son üç senfonisi ve Yevgeni Onegin operası ilk akla gelenler...
Film 1893 yılında Saint Petersburg kentinde açılıyor. Ve son derece ilginç bir atmosfer içinde bize Rusya'nın o kendine özgü ortodoks inanç ve kültür atmosferini duyuruyor. Hikâyenin ana kişisi Pyotr Çaykovski'nin yeni öldüğünü öğreniyoruz. Sayısız keder dolu insan arasında... Ama birden o hareketsiz yatan ceset doğruluyor ve etrafa kafa tutmaya başlıyor!.. Yazar-yönetmen Kirill Serebrennikov'a özgü bir fantastik yaklaşımı bir kez daha kullanarak...
Oradan geçmişe dönüyoruz. Moskova 1872. Son derece kalabalık, soğuk, kasvetli bu kuzey kentinde görkemli bir düğün vardır ve bu arada ünlü besteci Çaykovski de sarhoş olmuştur. O ününün doruğuna doğru yeni yeni yükselmektedir; eğlenmeyi çok sever; dostları arasında da kadınlardan çok erkekler vardır.
Ama peşine düşen bir kadın, müzik tutkunu genç Antonina Miliukova ona tüm kalbi, tüm varlığıyla tutulur. Elbette biraz müziği için... Ama aynı zamanda son derece farklı bulduğu kişiliği için... Bu belki perdede şimdiye dek karşılaştığımız en tutkulu aşkların başına geçebilir. Ve bu aynı zamanda bu sevgi için tüm hayatını feda etme hikâyesidir.
Böylece Antonina adamın peşine düşer. Avını kesinlikle bırakmayan gözü dönmüş bir avcı gibi... Ama gerçekler yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır. Çaykovski bir eşcinseldir; modern tabirle bir gay... Aşkı, hele bir kadın aşkını hiç bilip tatmamıştır: "Hayatımda hiçbir kadını sevmedim" diye itirafta bulunur. Dostları için o "kadınlara hiç ihtiyacı olmayan biridir". Ama Antonina öyle bir kararlıdır ki... Mektuplar yazar, çiçekler yollar; "Sonuna dek sizinim; sizde sevdiğim şeyleri kimselerde bulamadım" türünden laflar eder. Sonunda besteci kabul eder ve görkemli bir düğünle evlenirler.
Ama bu sadece birkaç ay sürer. Çaykovski fazlasına dayanamaz; çeker gider. Çünkü kadınla ne duygusal, ne de cinsel yönden bir ilişki kurabilmiştir. O işini yapabilmek, yani bestelerini sürdürebilmek için tam özgürlük isteyen biridir. Ancak bu Antonina'nın inadını kıracak değildir; o sonuna dek sanatçının hayaliyle yaşayacaktır. "Karısıyım ben, hep öyle kalacağım" der. Ve boşanmayı asla kabul etmez. Bunun için önerilen ve büyük maddi imkanlar içeren koşulları da reddeder. Oysa bu hem kendisi ve ailesi, hem arada doğan iki çocuğu için öylesine önemlidir ki... Onunkisi gerçek bir aşktır. Şimdi nerelerde öyle aşklar!..
Film çok kalabalık bir figüran kadrosuyla çekilmiş alabildiğine zengin bir görsellik içerir. Bir zamanların Rusya'sındaki elit tabakayı gösteren sahnelerde arada Fransızca konuşulması ilginçtir. Özellikle sona doğru kimi sahneler son derece çekicidir. En çok da erkek bedeninin ve çıplaklığının son derece erotiko-estetik bir karışımını içeren sahneler... Filmin bir anlamda içerdiği gay atmosferle de gayet barışık olan...
O ilginç yangın sahnesi de hatırlanabilir. Antonina'nın kendini kurtarmak için aşağıya atlayıp da düğün yüzüğünü yukarda unuttuğunu hatırlaması ve yeniden tırmanmak istemesi... İlginç olan daha küçük şeylere gelince... Çaykovski'nin bir yerde hayli ırkçı sözler etmesi. Özellikle de Yahudilere karşı... Veya 'Bektaşi üzümü reçeli'nden söz edilmesi... Final ise apayrı bir güzellik taşır.
Birkaç not daha... Çaykovski 1893 yılında öldü. Oysa Antonina Miliukova çok daha uzun yaşadı: 1917 yılına kadar... Zaten filmin gerçek bir Çaykovski biyografisinden çok daha fazla bir Antonina hikâyesi olduğu açık.
Yönetmene gelince... Kirill Serebrennikov 2018'de Summer - Yaz, 2021'deyse Petrov's Flu filmleriyle Cannes'a katılmış, ama ikisinde de ülkesinden izin alamadığı için gidememişti. Bu yıl ise nasılsa gidebildi. Üstelik bu yıl Putin'in Ukrayna müdahelesine açıkça karşı olduğunu belirttiği halde... İlginç bir durum değil mi?
Yarın: KAYIP
Atilla Dorsay kimdir? Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor. On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti. Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler. Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı. 1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü. Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu. Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı. Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için. Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor. Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti. TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı. Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi". Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor. Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı. Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor. Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"... |