GECEYARISI GÖKYÜZÜ X X X (Midnight in the Sky) Yönetmen: George ClooneySenaryo: Mark L. SmithGörüntü: Martin RuheMüzik: Alexandre DesplatOyuncular: George Clooney, Felicity Jones, David Oyelowo, Caoilinn Springall, Kyle Chandler, Damien Bichir, Tiffany Boone, Sophie Rundel, Ethan Peck, Tim Russ Netflix yapımı. |
George Clooney'in yeni filmi birkaç gündür Netflix'de yerini aldı. Ve anlaşılan ilgiyle karşılandı. Film Lily Brooks-Dalton adlı yazarın Good Morning, Midnight adlı romanından uyarlanmış
Ama bunun kolay yutulan lokma olduğunu ve geniş bir kesimin seveceğini sanmayın... Nitekim imdb'ye girerseniz, seyirci tepkisinin oldukça negatif olduğunu görebilirsiniz. Çok beğenen istisnalar dışında...
Aman, bir de uyarı getireyim. Filmi görmeden imdb'de fazla dolaşmayın!.. Çünkü bir "synopsis" koymuşlar, tüm final sürprizlerini açığa çıkarıyor. Bununla tanınan o ünlü eleştirmenimiz yanında halt etmiş!..
Bu aslında tam bir mozaik-film ya da bir bulmaca-film. Dağınık entrikasını izlemek kolay değil. Ama bunu yeterli ilgiyle yaparsanız, sonunda armağanını alıyorsunuz!.. Ben size hiç "spoiler" vermeden anlatmaya çalışacağım.
Film kuzey kutbundaki bir gözlemevinde (eski adıyla rasathane) açılıyor. Ve orada, uzun süredir bulunan kalabalık bir gurubun, aileleriyle birlikte çoluk-çocuk uzay gemilerine binip kaçmaya başladığını izliyoruz.
Biri dışında; yaşlı bir adam. Saçı sakalına karışmış, bir tür Karl Marx görünümü arz ediyor. O kalıyor. Bir de küçük kızını kaybeden bir anne var; çığlık çığlığa... Ama onu bulamadan gidiyor.
Sonraları olayları yavaş yavaş kavramaya başlıyoruz. Yıl 2049'dur; dünyamız yoğun bir radyasyona maruz kalmış, insanların çoğu ölmüştür. Adını bilmediğimiz yaşlı adam -ki en azından bakışlarıyla George Clooney'e ne kadar benzemektedir- gitmemiştir; çünkü umutsuz biçimde hastadır ve sürekli diyaliz (kan değişimi) yapmak zorundadır. O -nasılsa- dünyamızda olup bitenleri bilmektedir. Ve bunu uzayda dolaşan gemilere de bildirmeye çabalar.
Ama tek ulaşabildiği Aether olur: Bu devasa uzay gemisi Jupiter gezegeninden dönmektedir ve insan yaşamının mümkün olduğu bir yeni gezegen keşfetmiştir, K-23 adını verdiği...
Ancak sonunda gerçekten de George Clooney olduğunu anladığımız (!) yaşlı astronot, antenlerinin güçsüzlüğü nedeniyle bunu yapamaz. Tam o sırada küçük bir kızla karşılaşır. Onun giden annenin geride bıraktığı kızı olduğunu düşünmesi çok doğaldır. Ama emin olamaz; çünkü kız hiç konuşmaz!.. Ancak onun çizdiği bir çiçeğe bakarak adının İris (süsen çiçeği) olduğunu düşünür.
O andan itibaren, Karl Marx, pardon George Cloney, pardon yaşlı adam kızla tam biri ikili oluşturur. Birlikte sağlam iletişimi olan bir üs aramak için tüm kutbu kateder, kar fırtınaları içinde kaybolurlar.
Öte yandan başkaları da vardır elbette... Bizimkiler Aether'le yeniden temas kurarlar ama kısa süre için... Çünkü her yana uzanan kollarıyla dev bir ahtapotu andıran, NASA emrindeki o gemide de neler neler olmaz... Uzaydan birden yağan dev göktaşları gemiyi büyük hasara uğratır. Tamir için çıkanlardan siyahi Maya acı biçimde can verir. Kanı yerçekimi olmayan uzayda, iri damlalar halinde kırmızı bir yağmur gibi yağarken... Filmin en etkileyici sahnelerinden biri...
Ve o geminin içi... Pizza ve cheeseburger hayalleri kuran, Neil Diamond'un ünlü şarkısı Sweet Caroline'la dans eden bir kaçıklar ordusu... Karnında bir çocuk taşıyan güzel Sully ve partneri siyahi Adewole... Ve hepsinin olup biteni bilmedikleri için dünyamıza dönme umutları.
Ve ayrıca bir esrar daha... Filmin çeşitli yerlerinde birden karşımıza çıkan ve Jean adlı güzel bir sarışınla flört edip duran Augustine adlı yakışıklı kimdir? Genelde dünya dekorunda gösterilen bu çiftin diğerleriyle ilişkisi nedir ve nerededir?
Takdir edersiniz ki yukardaki soruları sürekli kendi kendinize sordurtan bir seyir çok da kolay değil. Hele baş kişiler olarak bellediğimiz yaşlı adam ve küçük kız bir ara tümüyle ortadan kaybolunca...
Ama işte, biraz sabır gerekiyor. Ve sonunda taşlar yerine oturuyor. Bu klasik anlamda bir bilim-kurgu, bildik bir uzay filmi daha değil. Sabırla izlemeyi, belki biraz bulmaca çözmeyi ve herhalde sürprizli finalleri -ya da final sürprizlerini- özellikle sevenler için...
Bugün 60 yaşında olan (1961 doğumlu) George Clooney, buna karşın hâlâ yakışıklı ve çekici erkek statüsünü koruyor. Ama yönetmenlikte de belli bir çabası var. 2002'den başlayarak yönettiği Tehlikeli Aklın İtirafları, İyi Geceler ve İyi Şanslar, özellikle benim çok sevdiğim Zirveye Giden Yol - İdes of the March, Suburbion gibi filmleriyle hayli ilgi çekti. Son yıllarda ünlü Mike Nichols filmi Catch 22'nin (1970) bir TV dizisi versiyonunu yönetti. Bu yeni filmi, tür olarak onun için çok yeni ve farklı bir adım.
Filmlerinin hepsi değilse de çoğunda oynamıştır o. Bu filmde de bu çifte yükü kaldırmada hayli başarılı olmuş denebilir. Üstelik bu kez yakışıklılığını tümüyle bir kenara atarak, kolay tanınmaz bir fiziğe bürünmüş. Ve sanki gençliğine veda etmeyi göze almış!..
Diğer oyuncular da görevlerini yapıyorlar. Müziğiyse ünlü Fransız bestecisi Alexander Desplat yapmış. Çello ağırlıklı bu müziğin filme çok iyi uyduğunu da söylemeliyim.