Tatilde gerçi tüm gazetelerimi yine okudum, güncelliği izledim. Ama yazamamak başka bir şey. Özellikle siyaset ve doğa korumacılığı alanlarında ve bu çerçeve içinde kadına, çağdaş kadına düşen görev konusunda öylesine etkileyici örnekler çıktı ki...İki satır yazamadığım için gerçekten hayıflandım.
Hele o Karadeniz kadınları...Onları filmlerden de bilirdik, hele sevgili Türkan Şoray’ın Güllü filmlerinden...Gururlarını, onurlarını, dikbaşlılık ve cesaretlerini...Ama bu kez kendilerini aştılar.
Doğu Karadeniz'de tam 271 HES'in yapımı devam ederken, ortaya bir de Yeşil Yol projesi çıktı. Tam sekiz ilin yaylalarını birleştirecek 2600 kilometrelikYeşil Yol yapılırsa, 2500 ağaç kesilecek. Ve beton yolun çevresi, o güzelim sakin ve sağlıklı yaşamın yerine sayısız yan yol, otel, dükkan, restoran, rezidans vb. yapılaşmayla dolacak.
Ama karşısına halk dikildi, başta Havva Ana diye bilinen Rabiye Özcan nine olmak üzere...O "Ben halkım ve buradayım" diye dozerin önüne atılırken şöyle dedi: “Çevreyi paçavra ettunuz. Devlet devlet diyesunuz. Devlet kim? Devlet benim, biz halk devletiz”. Böylece devlet kavramının demokratik özüne en veciz yorumu getirdi. Bir gazetenin dediği gibi, “Doğusundan batısına Karadeniz kadınları kavgada da, horonda da en önde olmayı başardılar”. Helal olsun!...
Havva ana artık bir semboldur: bu ülkenin insafsızca yağmasına karşı dikilen halkın sembolu. İlerde belki heykeli dikilecek...Ama yalnız değil. Peşinden hep yaşadıkları toprağı erkeklerden bile daha güçlü biçimde korumaya çalışan yürekli kadınlarımız geliyor. Örneğin yine Karadeniz’in Çayeli- Senoz köyünde ilk ‘HES taşlama eylemi’ni başlatan 57 yaşındaki Leyla Aydın... Rize’nin Fındıklı ilçesindeki 25 HES’i durdurmaya çalışan ekipten 50 yaşındaki Ayşe Cengiz...
Bartın’daki termik santrale on küsur yıldır karşı çıkanlardan 56 yaşındaki Ayşe Sevtap Uzun...Trabzon’un meşhur Of’unda Solaklı deresi üzerine planlanan 26 HES’e karşı çıkan birçok kadının sözcüsü 43 yaşındaki Sabire Tatlı...Ordu- Fatsa’daki altın madenine karşı eylem başlatan 67 yaşındaki Rukiye Bicil...Bolu’nun Mudurnu’ya bağlı Yeniceşıhlar köyündeki taşocağına savaş açan 46 yaşındaki Fatma Pekcan.
Artvin-Arvahi’deki “Çılgın HES” projesini durdurmaya çalışan 27 yaşındaki Nazlı Demet Uyanık..Artvin Kafkasör yaylası Cerattepe’de açılması planlanan bir dizi maden ocağına karşı Türkiye’nin şimdiye dek gördüğü en kalabalık eylemi başlatanlardan 55 yaşındaki Nurşen Yerlikaya...Ve daha kimler kimler. Hiçbirinizi unutmayacağız, hep gönlümüzde olacaksınız.
Ama örneğin TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Genel Sekreterliği görevini yürüten Mücella Yapıcı da unutulmaz kadınlardan biri değil mi? Son dönemde Gezi olaylarıyla adını duyuran ve o günden beri bu kenti doğası, yeşili ve tarihiyle savunmada hep önde olan Mücella hanımı da ne takdir ediyorum!...
Olayları ateşleyen o menhus kışla projesini, ağacı ve yeşili koruma uğruna canlarını verip bizce şehit mertebesine erişen bir düzine genç insanın da aralarında bulunduğu geniş bir kitlesel eylemle durduran çabaların, üstelik Danıştay tarafından da onaylandığı ve projenin hem hukuksal, hem de siyasal nedenlerle rafa kaldırıldığı bir dönemde, birden ortaya çıkan rezalete karşı en başta o direndi.
Evet, hukukun artık guguk olduğu şu günümüz Türkiye’sinde, bu tür şehircilikle ilgili olaylara bakan beş üyeli Danıştay 6. dairesini, acele atanan üç üyenin karşı çıkmasıyla birlikte ilgili İdari Mahkeme kararını iptal eden biçimde değiştiren ve kışlanın yolunu yeniden açan kumpasa karşı, Mücella hanım son derece ‘erkekçe’ konuştu. Ve şöyle dedi: “Taksim Meydanı ve Gezi Parkı artık sadece İstanbul’un değil, Türkiye’nin ve hatta bütün dünyanın koruması altındadır. Niyetinizi biliyoruz, ama aklınızdan dahi geçirmeyin!”.
Helal olsun size de Mücella hanım. Ne güzel söylemişsiniz!...Vallahi cüret eder de kalkışırlarsa...Herkes, hepimiz, kadın-erkek, genç-yaşlı demeden orada oluruz. Ve bu dünyayı bilmeyen, tarihi kavramayan ve toplumu tanımayanlara eşsiz bir ders veririz...Denemesi bedava...
Elbette özellikle HDP ve CHP’nin hep sesleri duyulan çalışkan ve etkin kadın milletvekilleri de anılmalı. AKP ve MHP zaten sayıca çok yetersiz olan kadınlarını sanki pamuklara sarıp saklar ve hep geri plana iterken...
Kuşkusuz dünyada da böyle kadınlar var. Hem de kimi zaman Afganistan’dan Pakistan’a en geri kalmış ülkelerde, en büyük baskılar altında...
Bunlardan biri, 14 yaşındaki Filistinli Reem, göçmen olarak geldiği Almanya’da başkan Angela Merkel’in huzurunda önce güzel konuştuğu Almanca’sıyla ülkenin göçmen karşıtı siyasetini eleştirdi. Merkel’den sert bir yanıt gelince de gözyaşlarını tutamadı ve şansölyeyi yumuşattı. Eğer Merkel göçmenleri büyük ölçüde geldikleri yere yollama politikasını değiştirirse, bunda Reem’in büyük rolü olacaktır.
Sevgili okurlarım. Bu yazının kadın vitrini arkasında bir ekoloji ve doğal korumacılık yazısı olduğu açık. Toplumun koalisyon ve terör olaylarıyla böylesine gerildiği bir günde bu konulara eğilmek doğru mu?
Öyle gözükmeyebilir. Ama şu son tatilimde gördüklerim ve İstanbul çevresinde gözlemlediklerim, gerçekten tüylerimi ürpertti. Ve önceliği bu temaya verdim.
Çünkü ülkenin durumu vahim. İş Yeşil Yol’la kalmayacak, ardından (Hürriyet açıkladı) benzer türde Mavi Yol, Mor Yol vb. projeler geliyor. HES’e, yoğun yapılaşmaya, betona açılan veya açılması planlanan yerlerin haddi hesabı yok.
En güzel adacıklarının tepesinde heyula gibi oteller beliren Bodrum’dan, dağ tepelerine tırmanan yüksek sitelerle yetinmeyip şimdi de marina inşaatı bahanesiyle o güzelim sahilini yitiren Mudanya’ya, her yerde bir kargaşa hakim.
İstanbul’un çevresiyse kilometreler boyunca uzanan betondan duvarlarla, Çin Seddi misali AVM veya sitelerle kuşatılıyor. İnsan merak ediyor: bu 20-30-40 katlı yapılarda kimler oturacak, nasıl yaşayacak? Doğayla ve gerçek yaşamla hangi ilişkileri kuracak, hangi komşuları dost edinecek, zorda kaldığında çocuğunu kime emanet edecek?
Yeni usul azami rant peşindeki müteahhitliğin ya da devlet kurumu TOKİ’nin benzer biçimde sunduğu bu yeni hayat önerisinin ardında ne eski mahalle ahlakı olacak, ne o bize özgü sıcacık insan ilişkileri. Adımınızı sokağa değil, herşeye çok yukarlardan bakan fındık gibi bir balkona atacaksınız.
Bu yapılaşma, bu yeni sıkışık ve mekanik düzen gelecekte bize mutsuz insanlar, sıkıcı hayatlar, bunalımlı kuşaklar getirecek. Ne doğayla, ne başkalarıyla ilişki kurabilmiş, yalnız ve sorunlu bir gençlik. Hayatın eğitiminden geçmemiş, hertürlü tehlikeli ve yanlış akımlara ve eylemlere açık yeni kuşaklar.
Evet, ben Yeni Türkiye’nin rant ahlakına teslim olmuş geleceğini böyle görüyorum. Ve tüylerim ürperiyor. Sosyolog değilim, ama bunları hissediyorum. Keşke gerçek bilim adamlarımız bu konularda bizleri daha iyi uyarsalar...
Koalisyonu kurarız, terörü birlik olursak yeneriz. Belki gerçek hukuk ve demokrasiye ulaşma şansımız bile var. Ama bu çevresel sorunları nasıl çözümleriz, doğası böylesine tahrip edilmiş ve her yanı betona boğulmuş bir ülkeyi nasıl kurtarırız, onu bilemiyorum!..