Bunları yazmasam olmaz!
Yaşadığımız her günün büyük tartışmalar getirdiği, bilgimizin, deneyimlerimizin, yargılarımızın her an sınavdan geçtiği günler bunlar...Sanki bir yeni çağ tarihi gözümüzün önünde yazılıyor, tüm önyargılar sarsılıyor, yeni ve taze bakış açıları ve çok farklı hayat hikayeleri ortaya çıkıyor. Örneğin Hürriyet’in geniş biçimde verdiği, o Sultanahmet bombasını taşıyan Rus kızıyla Norveç kökenli terorist sevgilisinin öyküsü..Ortaçağ’ın Romeo ve Jülyet’i, Doğu sanatlarının Leyla ile Mecnun’u vardı. Bu çağınsa bombacı aşıkları!...
Fransa olayları tüm bunların vitrini oldu kuşkusuz...Sanatın masumiyetle zekayı birleştiren en popüler türlerinin başında gelenine, karikatür ve onun temsil ettiği mizaha yapılan amansız suikast, uygar dünyanın büyük bölümünü biraraya getirdi. Özellikle o yürüyüş, sonradan çok farklı ve çelişkili biçimlerde yorumlansa da, yapıldığı anda çok önemliydi. Biraraya gelmesi mümkün olmayan liderleri ve kurumları birleştirdiği için...Şimdi ister Netanyahu hangi hakla oradaydı densin, ister John Kerry’nin kişiliğinde ABD yokluğu için geç kalmış bir özür dilesin, isterse Davutoğlu oraya katılışını inkar eder biçimde hoşgörüsüz ve kışkırtıcı davransın...
Ve isterse dünyada gerçek inanç sahiplerini temsil eden lider din adamları, Papa’dan sayın Fethullah Gülen’e, o karikatürleri eleştirmede ve özgürlüklerin sınırlarını çizmede birleşsin...O fotoğraf hep orada, öyle kalacak...
O karikatürleri kendi adıma ben de onaylamadım. Dine ve inananlara olan büyük saygım nedeniyle...Ama onların çizilmesine de, alınıp kullanılmasına da karşı çıkamam, çıkmıyorum. Çünkü özgürlük kavramı bir bütündür, bir yanını alıp öbür yanını yasaklamak kolay değildir. Dine hakaret deniyor. Ama ben ve benim gibi bakanlar, o karikatürlerde bir hakaret bulmadık. Çizdiği kapaktan sonra gözyaşlarına boğulan o genç adamın tüm ruh masumiyetini taşıyordu onlar...Ve sonuç olarak görmesini bilen için, ne İslam’a, ne de herhangi bir dine hiç inanmayanların elinden çıkmış bile olsa, inanç denen şeye ve de İslam dinine o eli kanlı katillerden daha çok hizmet ediyordu. En azından, onların ettiği kötülüğü etmiyordu.
Ama o çizgileri onaylamasam da, örneğin onları basan Cumhuriyet gazetesini de eleştirmem, Tersine, cesaretlerini takdir ederim. Paris’in göbeğinde 12 kişiyi öldüren bir terör çetesi sınır filan tanımadan tüm ülkeleri dolaşırken, bunu yapmak cesaret isterdi. Bunu yapanlar elbette camide müslümanlarla birlikte halıya çömelen Alman cumhurbaşkanı, “Ben şansölye olarak Almanya’daki Müslümanları korumam altına alıyorum” diyen Angela Merkel, “Müslüman karşıdı eylemler ciddi biçimde cezalandırılmalıdır” diyen François Hollande gibi sorumlu devlet adamlarıyla ayni fikir yapısı içindeydiler.
Ve de aslında o karikatürlere elbette karşı olan, olması da gereken ZAMAN gazetesi de “Kutsala saygı ve basın özgürlüğü” yazısında, Cumhuriyet’e bu vesileyle yapılan baskıyı eleştirdi. (15 Ocak). Mutlaka basın tarihimize geçecek bir yazı..
Peki, ya bizim sorumlu büyüklerimiz ne yaptılar? Devletin tepesinde oturan ve her gün, devleti oluşturan bir başka kurumla hesaplaşma içinde olan zat, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, TÜSİAD vb. kurumlar sanki Türkiye’nin değil de faraza İsveç’in ya da İsrail’in kurumlarıymış gibi her gün birine haddini bildiren o büyük siyaset adamı, bu kez Cumhuriyet’i açıkça hedef gösterdi. Ardından ayni şeyi başbakan yaveri de yaptı. Buyrun burdan yakın!...Acaba Cumhuriyet ve Cumhuriyetçilere birşey olursa, yasal sorumlulukları olmayacak mı?
Şu politik hengame içinde, sanatçılarımızı unutmayalım!...Son tahlilde sanat her durumda koşup sığınacağımız son limandır çünkü!...
Nazım Hikmet, 113. doğum yıldönümünde anılıyor. Özellikle onun dizeleri üzerine yapılmış besteler konserine gitmeyi çok istiyordum, başaramadım. Nazım’a hep ihtiyacımız var, dönüp dönüp okumayı ihmal etmeyelim!...
Aynı şeyleri 100. doğum yıldönümü kutlanan Aziz Nesin için de söyleyebiliriz. O da bu toplumun yetiştirdiği en büyük zekalardan biri, benzersiz bir mizah adamıydı. Ve yaşasaydı, mizahın uğradığı büyük saldırıyı kimbilir nasıl karşılardı...O ki, bir benzerine Sivas’ta bizzat hedef olmuş ve canını zor kurtarmıştı!...
Nesin adına Tiyatro Kare’nin sergilediği Zübük oyununa gidebildim. Nedim Saban’ın uyarlayıp.yönettiği bu roman, bizde Kemal Sunal’ın ayni adlı filmiyle bilinir. Saban o filmi biryana bırakıp, herşeyi bir ‘kabare’ esprisiyle harmanlıyor. Ve ortaya deneyimli Hilmi Özçelik ve Tuna Orhan’ın yanıbaşında yer alan 10 genç oyuncunun son derece enerjik (hatta biraz yorucu!) ve canlı gösterisi çıkıyor. Şugünlerde görülmeye değer...
Sevgili Onat Kutlar’ın da 20. ölüm yıldönümüydü. Zaman ne çabuk geçiyor!..En çok Cumhuriyet’de Ercan Kesal’ın güzel yazısıyla andım onu...Ve daha çok şeyler yapabileceği bir çağda onu bizden alan kör terörü bir kez daha lanetledim.
Ve iki büyük, çok büyük sanatçımız da zor günlergeçiriyor. İkisi de 90’larını aşmış...Yaşar Kemal için hepimiz duacıyız. O yaşayan en büyük yazarımız. Umalım ki biraz daha dirensin, eskisi gibi yazamasa da onun biryerlerde varolduğunu bilmenin zevkini bize biraz daha tattırsın...
Ve Cumhuriyet’in ilk yıllarının büyük sesi, Ata’nın bize yadigarı Müzeyyen Senar da sağlık sorunları yaşıyor. O muhterem ve muhteşem kadınla yıllar önce bir söyleşi yapabilmiş olmanın buruk sevincini yaşıyorum şimdi..Allah sağlık versin.