Şirazesi çıkmış bir toplumda gündelik siyaset de aynı ölçüde tuhaflaşıyor. Çeşitli kavramlar sanki anlamlarını yitiriyor, özlerinden boşalıyor. Ve havada uçuşan sözler artık bir şey ifade etmez oluyor.
Sanki bir ‘gülen yüz maskesi’ takmış gibi duran Davudoğlu’na bakarken, ardında saklı duran ve tiyatro sanatında gülen maskenin kaçınılmaz ikizi olan ‘ağlayan ifade’ ne zaman gözükecek diye bekler oluyoruz!.. Özellikle Güneydoğu’da bunca kan, bunca şehit, bunca gözyaşı varken... İnsan hayatları her gün üçer-beşer kayıplarla sıradan bir şey gibi cömertçe harcanıp dururken...
Ve devletin tepesine çöreklenmiş zatın tüm bunlarda, yarın öbür gün tarihin elbette yeterince saptayacağı kaçınılamaz bir sorumluluğu varken...Gündem öylesine boş şeylerle meşgul ediliyor ki... Sanki farklı ülkelerde değişik olayları yaşar gibiyiz.
Örneğin Başbakan Diyarbakır Sur’u "Yeni bir Toledo gibi inşa edeceğiz" diyor. Madrid’in burnunun dibindeki Toledo’yu görmüş bir gezgin olarak “Nasıl yani!” dememek elde mi?
O soylu Toledo ki, dünyadaki müze-şehirlerin en önde gelenlerindendir. Ve 30’ların sonlarında İspanya iç savaşında hayli tahrip edildiyse de, sonradan yıllar süren onarımlarla eski haline dönmüştür. Aslında Davudoğlu’nun Toledo örneğini vermesi yine de iyi bir şey diye düşünüyorsunuz. Hiç olmazsa orasını görmüş, biliyor. Bir eski kenti aynen koruma konusunda örnek alabilir!..
Ama öncelikle Toledo, belki o yıllar süren savaşta bugün Sur bölgesinin birkaç ayda yıkıldığı kadar yıkılmadı. Çünkü Batı uygarlıkları genelde şehirleri sever ve korur. Savaşların geçici, oysa insanoğlunun yarattığı büyük eserlerin –mimarlık, heykel, resim, vs.- ölümsüz olduğunu bilirler. En azından bilinçaltında... Çünkü o kültürle büyümüş, öyle eğitilmişlerdir.
Nitekim en büyük savaşlarda bile o anıtlar, o kentler olabildiğince korunmuştur. Paris, Londra veya Viyana ikinci savaştan çok zararla çıkmamışlardır. Sanki sanata karşı belli bir ‘centilmenlik’ hep var olmuştur.
Berlin ise başka birşey: o büyük savaşı çıkaran ve milyonlarca insanın ölümüne yol açan uygarlığın başkentiydi. Onun için korunmadı, gözetilmedi (Ayrıca Almanlar savaş sonrası onu öylesine onardılar ki!).
Ama Doğu’da ne yazık ki öyle olmuyor. Ve en büyük uygarlık anıtları bile acımasızca yıkılabiliyor. Batı son dönemde bu tür vahşetle önce Taliban’ın Afganistan’daki Buda heykellerini dinamitle yok etmesi sırasında tanışmıştı. Ardından onu mumla aratan IŞİD yıkımları geldi.
Şimdi sıra PKK’da. Elbette Kürtler demiyorum. O sevdiğim ırkın tümünü bu tür insanlık suçlarıyla damgalamak aklımın kenarından geçmez. Ama PKK denen örgütün Diyarbakır denen o ırklar, inançlar, kültürler mozaiği güzelim kenti tarihi, geçmişi, anıtları, ayrıca okulu, camisi, kilisesi, hastanesi demeden acımasızca yakıp yıkması, çağımızın büyük suçlarından birine dönüşüyor. Umarım gerçek Kürt halkı tarihte bunun vebali altında kalmaz. Ama bunun için kimilerine fırsat verenlere yazıklar olsun!..
Öte yandan sorun şu: Sur için yapılacak şey elbette Başbakanın sözlerinden çıkan değil!.. O onarmaktan, canlandırmaktan ve kültürel mirastan söz etmiyor. Toledo’yu da çok iyi anlamış gözükmüyor. O sosyal medyada alayla belirtildiği gibi, sanki TOKİ’ye davetiye çıkarıyor, tarihin içine beton bloklar yapmak gibi artık AKP damgası taşıyan bir iştahı fütursuzlukla körüklüyor. Allah Sur’u bizim müteahhitlerden korusun!..
Öte yandan, bunca kıyametin içinde tepedeki zat ayni şeyleri yineleyip duruyor ve illa da sistemi değiştirip başkan olma hevesini tekrar ediyor. Olası bir referandumu ve orada % 55’lere, hatta 65’lere varacağını hayal ettiği bir oy oranını anarak...
Anlamadığı şey şu: O oy oranı hayal olduğu gibi, onu ve hatta daha fazlasını elde etse bile tüm ülkenin Cumhurbaşkanı olamaz ve o iktidarı uzun zaman koruyamaz.
Belki yakın zamana dek bu mümkündü. Diyelim ki 2010’lara, hatta 11-12’lere dek...Ama artık değil. Çünkü sistem öylesine yerinden oynadı, hukuktan adalete, eğitimden sanata, basından görsel medyaya her alan ve her kurum öylesine büyük yara aldı ki... Çivileri yerinden çıkmış bir orduyu ya da ayni biçimde, önce kendi bölgemizde, sonra tüm dünyada büyük ülke Türkiye’yi acı bir yalnızlığa mahkum etmiş son derece kötü bir dış politikayı da unutmadan...
İşleri bu hale getirirseniz ve tüm parametreleri altüst ederseniz, işin nereye varacağını artık bilemezsiniz. Ne siz bilebilirsiniz, ne de başkaları.
Ve böylece kimilerinin bir dönemde ‘kadınların kahkahasına karşı çıkan adam’ diye mutaassıplar şahı olarak hatırladığı bir Bülent Arınç, kimi son rezaletlere kesin bir tavırla karşı çıkarak toplumun vicdanı haline geliverir.
Ve de, böyle zor bir dönemde, asli oyu ne olursa olsun, her kesimi, her kurumu, hatta her bireyi eşit bir yakınlıkla kucaklamak zorunda olan bir otoriter başkan adayı, her gün adeta düzenli, programlı ve bilinçli biçimde o kesim, kurum ve kişileri sürekli bir aşağılama, hatta basbayağı hakaret yağmuruna tutmak huyunu hiç bir şekilde değiştirmez ve de değiştirme umudu vermezse...
Kusura bakmayın ama, o böylesine sürekli böldüğü ve her gün daha çok parçalara ayırdığı bir toplumun başında tutunamaz. Oraya eskaza geçse bile bunu sürdüremez. Tarihin birçok kez tanık olduğu üzere...