AZİZLER X X Yönetmen: Durul Taylan, Yağmur Taylan Senaryo: Berkun Oya, D. Aylan, Y. Taylan Görüntü: Burak Kanbir Oyuncular: Engin Günaydın, Haluk Bilginer, Öner Erkan, Binnur Kaya, Fatih Artman, İrem Sak, Gülçin Santırcıoğlu, Hülya Duyar, İlker Aksum, Göktuğ Yıldırım, Helin Kandemir, Halit Ergenç, Bergüzar Korel, Okan Yalabık Netflix yapımı, 2021 |
Taylan Kardeşler sinemamızda çok az olan kardeş yönetmenlere ilginç bir örnek. Gerçi dünya sinemasında da çok değiller ama en azından Coen Kardeşler, Dardenne Kardeşler, Safdie Kardeşler gibi çok başarılı örnekleri de oldu.
Bizim kardeşlerse vaktiyle -tam olarak 2004'ten itibaren- çektikleri Okul ve Küçük Kıyamet filmlerinde, çok genel biçimde korku/gerilimle komediyi bağdaştırmaya çalışan çabalarıyla en azından beni doyurmadılar. İki filme de X X vermekle yetinmişim. Örneğin Okul için şöyle yazmıştım: "Bir korkutucu bölümden bir komik bölüme geçiliyor; kimi zaman komediyle gerilim aynı bölüm içinde bağdaştırmaya çalışılıyor. Ki bu da genelde zor ve çok riskli bir yöntemdir ve her sinemacının harcı değildir."
Küçük Kıyamet içinse şöyle demişim: "Film vadettiği korku/gerilim filminin gereklerini yerine getirmeden, daha çok "Ölüm sizi arıyorsa, nerede olsanız bulacaktır" deyişiyle özetlenebilecek bir felsefeye uzanıyor. Bu kadarının gerçek gerilim düşkünlerini tatmin edeceğinden kuşkuluyum. Yine de belli bir sinema duygusuyla anlatılmış, oldukça iyi çekilmiş bir film ve çok meraklılarını çekebilir." Kardeşlerin "en iyisi" sayılan Vavien'iyse (2009) bir türlü görememiştim.
Demek ki sonuncusundan tam 12 yıl sonra, ikili yine bir film çekiyor. Ünlü şarkıdaki gibi "Daha önceleri neredeydiniz?" diye sormak akla geliyor doğrusu... Üstelik bu kez hiç adetleri olmadığı halde senaryoya da katılmışlar ve de gayet zengin bir oyuncu kadrosuna yaslanmışlar. Ama bence yine turnayı gözünden vuramamışlar denebilir.
Film iki temel karaktere yaslanıyor. Bunlardan biri olan Aziz orta yaşlara gelmiş, bir reklam ajansında çalışan, işini hiç sevmeyen, evinde hiç istemediği halde ablası, eniştesi ve onların haylaz küçük oğullarını konuk etmek zorunda kalmış ve her açıdan tedirgin biridir: Bir büyük bunalımı yaşayan... Bu arada dört yılllık sevgilisi Burcu ona çok kızar. Çünkü Aziz onun sürekli boynuna takması için kendisine armağan ettiği bir kolyeyi kaybetmiştir. Ve kadın ona sormaya başlar: "Hiç çıkarmayacağım dediğin o kolye nerde?" diye...
Ve -inanması zor, ama- Burcu gibi genç, yeterince güzel ve aklı başında gözüken bir kadın, birden bu soruyu ardı ardına, sürekli soran bir robota dönüşür!.. Birden karşımıza gelen ve filmi artık geri dönülemez bir fanteziye, bir absürdlüğe dönüştüren bir adım...
İkinci temel karakterse Aziz'den yaşlı gözüken Erbil'dir. O da şirkette çalışmaktadır; sevgili eşi Kamuran'ı bir süre önce yitirmiştir. Kendisi de hastadır; doktoruna göre sadece altı aylık ömrü kalmıştır. Ölen eşinin resmini buzdolabının kapağına yapıştırmıştır ve zaman zaman onunla konuşur. Ve Haluk Bilginer'in tümüyle kendini bırakmış, en az bir yıldır berber yüzü görmemiş gibi duran haline rağmen, Erbil yeni bir maceraya kanat açmak, güzel Vildan'ı tavlamak peşindedir!..
Ve bunu saf saf Kamuran'a itiraf eder. Yani resmine... Ama bu resmin birden canlanıp ona çıkışmasına yol açınca da şok geçirecektir. Tıpkı seyirci gibi!.. Ve Erbil şöyle demeye başlar: "Benim artık hemen ölmem lazım!" Bayılıp ayıldığında da şunu soracaktır: "Kadir İnanır sağ mı?!"
Bu tuhaflıklar sürer gider. Ve film burada hepsinden söz edemeyeceğim daha birkaç ilginç kişilikle birlikte absürdlüğün sınırlarına uzanır. Kahramanların sürekli kendi kendileriyle konuştuğu, habire kabuslar gördüğü, herkesin herkese yalan söylediği, insanlararası iletişimin hiç kalmadığı, örneğin bir telefonda yemek siparişinin bile tam bir kavgaya dönüştüğü bir dünya...
En ilginç kişilerden biri o küçük çocuktur: Aziz 'in ilkokula yeni başlayacak olan olan yeğeni Caner... Bu hiç görülmemiş bir velettir: Hiçbir normal davranışı olmayan bir asi çocuk... "Lisan-ı münasip" gibi bir deyimi kullanan, bok'tan pezevenk'e bol bol küfür eden, ana-baba veya dayı demeden herkese saldıran... Çocuk deyince elbette hâlâ Yumurcak, Ömercik veya Ayşecik beklemiyoruz. Ama bu kadarı da fazla değil mi? Bazılarının aksine, bu filmde beni en çok rahatsız eden şey bu karakter oldu. Çok kişisel olacak ama belki üç küçük torunum yüzünden!..
Bu arada götürüldüğü doktorun onun için "denyo, hem de denyonun en önde gideni" (!) diye gayet bilimsel bir teşhis koyduğunu söyleyeyim. "Denyo" lafını bilmeyen varsa, artık bir bilene sorsun!..
Oyunculara gelince... Oyunun genel düzeyi zaten filmi nispeten kurtaran bir faktör. Tam bir takım oyunundan bile söz edilebilir. Dolayısıyla isim saymıyorum; jeneriğe bakın yeter. Ama uzun zamandır görmediğimiz Engin Günaydın'ı bulmanın keyfini Haluk Bilginer'in oyunundan alamadığımı söylemeliyim. Belki bana fazlasıyla Leyla Dokuz Kere'yi hatırlattığı için... Bilginer gibi değerli bir oyuncunun artık seçtiği karakterleri yenilemesi gerekiyor. Elbette her rol bir Kış Uykusu düzeyinde olmaz. Ama yine de...
Sonuç olarak, bu çok iddialı, açıkça genel seyirci zevkine meydan okuyan ve fazlasıyla değişik yollara sapan film o ölçüde başarılı değil. Hatta belli bir yere kadar sıkıntıyla izleniyor. Ki o "belli yer" neredeyse sonlarda, finaline yakın.
Çünkü ancak orada kimi düğümler çözülüyor, kimi sorular yanıtlanıyor. Örneğin iki ana kahramanımızın kaderleri birleşiyor. O "kayıp kolye" ortaya çıkıyor. Ve hikâye belli bir dengeye kavuşuyor. Bunun bir bölümü de "Bir ihtimal daha var / O da ölmek mi dersin?" adlı klasik şarkımız eşliğinde oluşuyor. Ama bunun için "çok geç" diyenler varsa... Ona da katılmamak kolay değil.
Çok genel olarak ise, Netflix'in Türk sinemasına katkısının şimdilik yetersiz kaldığını söyleyebiliriz. Gerek Bir Başkadır dizisi, gerekse Leyla Dokuz Kere filmi çok tartışmalıydı. Bu da öyle oldu. Umalım ki daha genel bir kabul görecek projeler seçsinler...