JURASSİC WORLD: YIKILMIŞ KRALLIK X X X 1/2 (Jurassic World: Fallen Kingdom) Yönetmen: J. A. Bayona Senaryo: Colin Trevorrow, Derek Connolly Görüntü: Oscar Faura Müzik: Michael Giacchino Oyuncular: Chris Pratt, Bryce Dallas Howard, James Cromwell, Toby Jones, İsabella Sermon, Geraldine Chaplin, BD Wong, Rafe Spall, Ted Levine, Jeff Golblum, Daniella Pineda, Justice Smith, Conlan Casal Universal (UİP) filmi |
İspanyol kökenli yönetmen J. A. Bayona, 2007’lerden itibaren ABD’de birkaç film yönetti: Orphanage- Yetimhane, The İmpossible- Kıyamet Günü, A Monster Calls- Canavarın Çağrısı. Hepsinde de belli bir başarıya ulaştı ve bu filmler hayli ilgiyle karşılandı.
Yönetmen bu yeni filminde bir efsaneyi yeniden canlandırmayı deniyor. Tıpkı bitmeyen Star Wars serisi gibi... Ve 1993’lerden başlayarak yapılan ilk filmlerin yaratıcısı Steven Spielberg’in himayesi ve yapımcılığıyla, seriye yepyeni bir halka ekliyor. Hiç de fena olmayan...
2001’deki üçüncü Jurassic Park filminden sonra, bunları izleyen video oyunlarının ve TV filmlerinin adı artık Jurassic World olmuş ve bu adla ilk film 2015’de çekilmişti: Colin Trevorrov’un yönetmenliği (bu filmde senaryo yazarı) ve de Chris Pratt- Bryce Dallas Howard ikilisinin baş rolleriyle..
Bu kez üç yıl sonra çıkagelen bu yeni epizodda, aslında önemli bir yenilik yok. Ama biryandan farklı bir yaklaşım, öte yandan baş döndürücü biçimde ilerleyen teknolojinin yeni imkanları, filme tazelik ve heyecan taşımış.
Geçen filmin sonunda Jurassic Park kapanıyordu. Şimdi, dört yıl sonra, o filmin kahramanları Owen ve Claire ikilisi, yeniden Nublar adasına dönerler. Çünkü adadaki uyuyan volkan eyleme geçmiştir ve bu olay, zaten yapılması gereken bir şeyi, yani dinozor denen yaratığın var olan tüm türlerini en uygun bir yöreye nakledip varlıklarını güvenceye alma eylemini hızlandırmalıdır.
Ama elbette kötü adamlar hep vardır ve olacaktır. Böylece, adada görkemli bir malikaneyi bu hayvanlar için özel bir müzeye dönüştürmüş olan ve servetini onları korumaya adayan Lockwood ailesinin son bireyi yaşlı James’e karşı, onları yeniden üretip en kötü amaçlar için kullanmaya hazır birileri de vardır.
Dinozor hamisi Owen gözde ‘raptor’u, “insandan sonra en akıllı yaratık” olan Blue’yu bulup hasret gidermek isterken, açgözlü bir çete türlerin son örneklerini tüm dünyadan gelen niyeti bozuk zenginlere açık arttırmayla satmaya başlar. Ama en şeytani projeleri, en güçlü iki dinozor türünü birleştirip savaşlarda kullanılacak bir canavar yaratmaktır. Ve bunu da başarırlar!..
Böylece film birkaç yoldan ve hepsinde ayni başarıyla ilerlemeye koyulur. Temelde bu tam bir doğa güzellemesi ve hayvanseverlik hikâyesidir. Sonuçta kedi-köpek sevmekle dinozor sevmek arasında büyük fark yoktur. Birini seven öbürünü de sever.
Böylece film bu yok olmuş türe bir sevgi ve saygı duruşuna dönüşür. Ve kimi sahnelerde onların kaderine isyan eder olursunuz. Özellikle bir sahnede: kurtarma operasyonunda upuzun boyunlu bir dinozor adada, hızla akan lavların ve yükselen kesif dumanların arasında kalıp acı acı inlediğinde...Benim gözlerimden yaş getiren bu sahne, sanırım Ömür Gedik’i de ağlatan sahne olmalı!..
Ama filmde onların fazla ürkünç ve ölümcül gösterildiği bölümler de var. Aslında bunlar genelde hayvanların insan tehdidi altında ürktüğü sahneler. Yine de büyük ölçüde küçüklere de seslenen bir filmde, bu tür sahnelerin daha kontrollü olmasını tercih ederdim.
Öte yandan, yine ustaca çekilmiş yanardağ patlaması bölümlerinde, bu gerçek bir felaket filmine dönüşüyor. Her şeyin gerisinde de sinemanın o belki en görkemli ikilemi,
İyi ve Kötü’nün ebedi mücadelesi yatıyor.
Oyunculuklar da ilginç. Gençler görevlerini gerekli biçimde yerine getirirken, kimi yaşlı oyuncular rol çalıyor.
Yaşlı Lockwood’da James Cromwell, kötü adamlarda Toby Jones veya Ted Levine, sadece başta ve sonda gözüken bilim adamında Jeff Goldblum.
Ve belki en büyük sürpriz, dadı İris’te yıllardır görmediğimiz Geraldine Chaplin. Evet, Charlie Chaplin’in bir aralar hayli ün yapmış kızı...
Bu arada önemli rollerinde başarılı olan çocuk oyuncular da var. Ama kendi adıma, dinozor uzmanı Ross Geller’i de perdede görmek isterdim! (Bu esprimi ancak Friends dizisi müdavimleri anlayabilir!)
Yarın: CANNES’IN EN BÜYÜK SKANDALI: JÜRİDEN KOVULAN TÜRK YAZARI!