BLACK PANTHER: YAŞASIN WAKANDA X X X 1/2 (Black Panther - Wakanda Forever) Yönetmen: Ryan Coogler Senaryo: R. Coogler, Joe Robert Cole Görüntü: Autumn Durald Arkapaw Müzik: Ludwig Göransson Oyuncular: Letitia Wright, Angela Bassett, Tenoch Huerta, Lake Bell, Lupita Nyong'o, Danal Gurira, Winston Duke, Martin Freeman, Michaela Coel, Richard Schiff, Dominique Thorne MCU yapımı, 2022 |
Başta Marvel yapımları olmak üzere bu görkemli fantastik filmlere gitmek için, bunca yıldır edindiğimiz iyi film-kötü film; sanat filmi-ticari film vb. ayrımları vestiyerde bırakıp, çok daha genç (olmasına çalıştığınız) bir dimağla ve bir bakışla salona girmek gerekiyor. Kendi adıma her ne kadar yaşımı-başımı çoktan aldıysam da, bu tür filmlere her şeye karşın hâlâ belli bir sempatim ve yakınlığım olduğu da kesin.
İşte tüm bu karışık düşüncelerin karmasıyla gittim filme... Elbette tam 160 dakika olması işi kolaylaştırmıyor ve zaman zaman bizi perdeden koparıveriyordu. Ama yine de filmden büyük ölçüde hoşlandığımı ve beğendiğim yanlarının baskın çıktığını belirtmeliyim.
Film aslında 2018'de karşımıza gelen Black Panther filminin devamı. O filmi de Ryan Cooger yazıp yönetmişti. Film Afrika'da dört ayrı halkın yüzyıllardır süregelen rekabetini, bunlardan biri olan Wakanda'nın kralı T'Challa'nın ülkesini dünyanın göz diktiği zenginlikleri sayesinde korumak ve kalkındırmak mücadelesini anlatıyordu.
Ki bunların başında vibranyum adlı bir madde geliyordu: bu 'kalp biçimindeki' bitkiyi yiyen, üstün-insan gücü kazanıyordu. Wakanyala'lılar onun sayesinde yüksek teknolojiyi geliştirmişler, ama bunu düşman halklardan gizleyerek dış müdaheleleri önlemişlerdi. Ve kral T'Challa sayesinde bir büyük, mutlu ülke haline gelmişlerdi. Ben o filmi çok beğenmiş ve özetle şöyle yazmıştım: "Marvel Comics'ten son yıllarda gelen en özgün ve en güçlü film ve türünün en iyi örneklerinden biri."
Böyle bir filmin devamı elbette gelmeliydi, gelirdi. Ne var ki kralı oynayan siyahi oyuncu Chadwik Boseman erkenden ölüverdi: 2000 yılında ve 44 yaşında... Birçok film çekmiş, bol ödül almış, bir Oscar adaylığı kazanmıştı. Bunun üzerine elbette hikâyede değişiklikler yapıldı ve işte bu yeni film karşımızda...
Hikâye kralın ölümüyle açılıyor. T'Challa aniden ölmüştür ve bu, gizemli ülkenin kaderini değiştirecektir. Onun görkemli cenaze töreni, filme de görkemli bir açılış getirir. Öylesine bir zenginlik, haşmet ve estetik içinde çekilmiş ki bu bölümler... Hayran olmamak mümkün değil.
Aradan bir yıl geçer... Ülkenin sorunları, eski-yeni kahramanları tanımak derken, birden bence aşırı bir aksiyon başlar. Ve seyirci biraz yönünü kaybeder gibi olur. Ama bu az sürer. Ve Afrika'dan Amerika'ya –örneğin Virginia, Massachusetts gibi eyaletlere- geçilir. Ve, en önemlisi, günümüze sıçrar. Öylesine ki, bir Afrika ülkesinin yaşadığı sorunlar bir Birleşmiş Milletler toplantısına konu olur. Ve örneğin Fransa ülkeye yardıma karşı çıkar!..
Bu yeni macerada kimi ögeler üste çıkar. Öncelikle aile. Evet, eski Baba filmlerindeki gibi "İt's family!" demenin tam zamanıdır. Kraliçe Ramonda ölen oğlunun şanını ve de ülkesini korumaya çabalarken, kızı prenses Shuri, gerçek savaşçı Nakia, olayın hikâyesini yazmaya çalışan üniversiteli Riri, eski dost ve CİA temsilcisi Ross ve daha başkaları Wakanda'nın arkasındadır. Namor veya Attuma gibileriyse karşısında...
Shuri'nin bilime olan inancı ve o Yapay Zeka'yı geliştirme çabası, sonunda bir başka fütüristik garabete yo açar: yanı başında kritik anlarda beliren, ona ışık saçarak bilgi veren ve GRİOT adı takılan bir tuhaf yenilik!.. Siyahi kızlardan biri için söylenen "Lumumba'nın Kızı" yakıştırması... Birden havaya uçma yetisine sahip olanların ayak bileklerinde beliren kanatlar... Shuri'nin bir başka keşfi olan vibranyum dedektörü... Ya da şu deyiş: "Kişiler ancak yaralanıp iyileşince lider olurlar."
Filmin en önemli özelliklerine gelince... Önce, tüm filme egemen olan muhteşem bir görsellik. Doğanın görkemli çarpıcılığı bir yana... O eski şehirlerde bir yandan eski, alçak yapılar; öte yandan günümüz Türkiye'sin hatırlatan sanki beton kuleler!.. Kalabalık sahnelerde yönetmen Ryan Coogler'ın etkileyici anlatımı...
Ve, belki en önemlisi, filmin iki temel ve her şeye hakim olan ögesi veya ana tema'sı. Biri bunun tam bir kadınlar filmi olduğu. Hikâyenin onlara sunduğu 'üstün cinsiyet' etiketi açık ve seçik. Öte yandan bunun tam bir siyahiler filmi olması. O ırk bu kez tam bir hüküm sürme unsuru olmuş. Acaba bunda yazar-yönetmen Ryan'ın da siyahi olmasının etkisi olabilir mi?
Evet, bir yanda sihir, büyü, fantezi dünyası. Öte yanda, bir yazarın dediği gibi bunun 'bir büyük matem filmi' olması. O da elbette hem kralın, hem de usta oyuncu Chadwik Boseman'ın ölümünden kaynaklanıyor ki finalde o yeniden anılıyor.
Oyuncuların hangisini sayayım? Hepsi birbirinden iyi. Ana Kraliçe'de Angela Bassett, CİA ajanı Ross'ta Martin Freeman gibi eskileri anmak; ama Shuri'de Letitia Wright, Nakia'da Lupita Nyong'o, Okoye'de Danai Gurira, Riri'de Dominique Thorne gibi hepsi siyahi olanları takdir etmemek mümkün değil.
Finale doğru filmin ana şarkısı geliyor. Rihanna'nın söylediği Lift Me Up şarkısının yılın Oscar'ları için en büyük aday olduğu söyleniyor şimdiden... Bir not daha: Son jenerikleri lütfen sonuna dek izleyin. Güzel bir sürpriz var...
Atilla Dorsay kimdir? Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor. On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti. Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler. Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı. 1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü. Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu. Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı. Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için. Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor. Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti. TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı. Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi". Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor. Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı. Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor. Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"... |