Sizlere yine kişisel birtakım olaylarla kamuya açık izlenimlerin karıştığı bir yazı sunuyorum. Benim için önemli ve sağlık açısından zor bir dönem yaşadığım şu sıralarda kişiselliği bağışlayın lütfen...
Geçen hafta benim için önemliydi. Çünkü kalp ameliyatımın dokuzuncu haftasına rastlayan 7 Ekim'de yine Bursa'ya gidip Medicana Hastanesi'ndeki tıbbi kontrolumu yaptırdım; son büyük denetim!..
Sonuç iyiydi: Toparlamıştım ve bünyem hastalığın son izlerini yavaş yavaş yeniyordu. Elbette sağ bacağıma daha 6 ay o yapışkan ve upuzun beyaz çorabı giyecektim (oradan koca bir damar alınmıştı); daha aylar boyu bir sürü ilaç alacaktım; kimi yasaklara uymayı sürdürecektim. Ama ne gam, artık normal hayata dönmüştüm!..
Ertesi gün bunun sevinci içinde Misi köyüne gittik. Bursa'nın Nilüfer ilçesinde merkezden 12 kilometrede, resmi adı Gümüştepe olan, ama tarihin içinden süzülüp gelen ve Mysia'dan bozma Misi adıyla daha çok bilinen... Bursa'nın böyle birçok köyü vardır; yıllar önce gittiğim o unutulmaz Cumalıkızık, Gölyazı, Tirilye...
Ama Misi başkaydı. 2 bin yıllık geçmişi olan bu köy 33 hanesi ve 1300 kişilik nüfusuna karşın önemli bir tarih, folklor ve kültür merkezi olmuştu. 1989 yılında sit alanı da ilan edilerek.
Aslında tarım ve de ipekböcekçilikle uğraşan yörede iyi korunmuş evler, tarih kokan sokaklar vardı. Evlerin en güzel kimileri yine kültüre adanmıştı ve Koza Evi (ayni zamanda Misi Kadınları Kültür ve Yardımlaşma Derneği), İpek Evi, Etnografya Evi gibi adlar taşıyorlardı.
Bizim gidiş nedenimiz sadece turistik değildi. Oradaki bir diğer kültür evi olan Fotoğraf Müzesi'ndeki bir açılışa katılıyorduk. Tanınmış fotoğrafçımız, yıllardır görmediğim Ersin Alok'un bir fotoğraf sergisi: Dağlar temalı... Benim birkaç yaş büyüğüm olan, ama son derece dinç gözüken Alok son yıllarını dünyayı dolaşıp dağ resimleri çekmeye adamıştı. Ve açılışı da Misi'de yapıyordu.
Keyifli birkaç saat geçirdik. Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem'i tanıdık ve bir dönemde yardımcılığını yaptığı eski başkan Mustafa Bozbey'i andık. Ki ben de onun birkaç etkinliğine katılmıştım; o unutulmaz Yaşar Kemal sempozyomu gibi. Hatırladığım kadarıyla Türkan Şoray, Işıl Özgentürk, Kemal'in eşi gibi isimler vardı. Tüm bu eski - yeni etkinlikler bize şunu hatırlatıyordu: Bursa ve özellikle Nilüfer gerçek bir kültür merkezidir!..
Sonra birçok saygın konukla birlikte, yine eski bir ev dekoruna yerleşmiş bir lokantada lezzetli bir yemek yedik. Gerçekten güzel bir akşamdı.
Son kitabım hayli ilgi gördü. Güzel yazılar çıktı, NTV Gece - Gündüz programı çok hoş bir söyleşi yaptı. Bu hafta Cumhuriyet kitap eki ve Sözcü'nün aylık kitap ekinde de çıkacak.
Ama benim için biri çok önemli. O da Uğur Vardan'ın Hürriyet kitap ekinde yazdığı yazı. O benim için bambaşka bir şey: Yoğun duygusallık içeren, sanki gözlerimden yaş getiren bir yazı oldu. Zaten sulugöz olduğumu bilen bilir!
Uğur Vardan'la ilişkilerimi, giderek SİYAD'la ilişkilerimi ayrıca anlatmalıyım, hatta ayrı bir kitap bile olabilir!.. Ama ilk baştan beri tanıdığım, desteklediğim, hep karşılıklı bir sevgi - saygıyı yürüttüğümüz bir yazar oldu.
Ama o yazı başkaydı. Ve bence yeterince okura ulaşmadı. Örneğin -eğer Hürriyet okumuyorsa- T24 okurunun ruhu duymadı. O nedenle, yazıya en azından siz okurlarımın ulaşabilmesi için bir link veriyorum.
Ve ben aynı günlerde çok benzer sorunları atlattığımız sevgili Uğur'a en iyi sağlık ve başarı günleri diliyorum.
Biraz da kitap... Evet, en zor günlerde bile, en azından Mudanya'dayken okuduğum birkaçından söz edeyim. Önce Amerika'lı kadın yazar Tess Gerritsen'den Rehine.
Bilmem hatırlar mısınız, yıllar önce TV'lerde Rizzoli & İsles diye bir polisiye dizi vardı. Kadın dedektif Jane Rizzoli'yle yakın arkadaşı adli tabip Maura İles'ın ana kişiler olduğu... Ben çok severdim, ama sonra bitiverdi.
Meğerse dizi Gerritsen'in romanlarına dayanırmış; on küsur kitap. Ayrıca onlarca başka kitapları da varmış, hepsi Doğan Kitap tarafından yayımlanan...
Bu roman türün tiryakisi sayılan bana bile çok şaşırtıcı geldi (bir de Sevin Okyay'a sormalı!). Morgda birden canlanan ölü bir kadınla açılan hikâye inanılmaz gelişmeler içeriyor. Fonda tüm bir Amerikan adalet ve polis sistemini buluyorsunuz: FBİ, CİA, adaletten dışişlerine bakanlıklara... Ve en üst kademelere tırmanan entrikalar. Gerçekten okumaya değer. İki romanını daha aldım: Cerrah ve Gece Yarısından Sonra.
Çok farklı bir kitapsa bizden. Kürşat Başar imzalı Gerek Yok, Hoş Değil (Everest). 1963 doğumlu Başar çok marifetli bir sanatçı; müzisyen (saksafon çalıyor), orkestrasıyla konserler verdi, iki albümü var. Ayrıca romandan denemeye, biyografiden anılara pek çok türde yazıyor. Yıllarca TV programları yapmış, bugünlerde bir yenisine başlıyor...
Bu kitap bir denemeler toplamı. Birkaç bölüme ayrılıyor, ama ama teması günümüz insanını, özellikle de genç kuşakları her türlü alışkanlıkları içinde yakalayıp sergilemek. Telefon tutkumuzdan tatil saplantılarına, aile ilişkilerinden kadın - erkek ilişkilerine modern hayatın getirdiği kimi zaman komik kimi zaman hazin, bazen grotesk durumları sergilemek. Ben şahsen keyifle okudum.