PARA TUZAĞI X X X (Money Monster) Yönetmen: Jodie Foster Senaryo: Jamie Linden, Alan Difiore, Jim Kauf Görüntü: Matthew Libatique Müzik: Dominic Lewis Oyuncular: George Clooney, Julia Roberts, Jack O’Connell, Dominic West, Giancarlo Esposito, Caitrona Balfe Amerikan filmi |
Dünya galasını bir hafta önce Cannes’da yapmış bir film sıcağı sıcağına salonlarımıza geliyor. Hoş bir sürpriz!..
Cannes’da yarışma dışı gösterilen film, oyuncu Jodie Foster’in yönetmen olarak dördüncü filmi. 1991’den beri dört film. Altı yılda bir film ediyor galiba!..
Film Amerikalıların çok iyi becerdiği iki türün bir bireşimi. Bir yandan ekonomi ve kapitalizm üzerine, gündelik deyişle ‘para üzerine’ filmler. Öte yandan, TV’nin kitle üzerindeki etkisi ve şartlandırması üzerine filmler.
Foster, ilk filmlerinin tersine bu kez oyuncu olarak katılmadığı filminde, Lee Gates adlı ünlü bir TV sunucusunun öyküsünü anlatıyor. Ekonomi ve borsa sorunlarını kitleye sunmayı seçmiş Gates... Bu sorunların kapitalizmin ağababası olan bir ülkede ilgi çekmeyeceği düşünülebilir mi?
Ancak Gates aynı zamanda tam bir gösteri ustası. Programında dans da ediyor, komiklik de yapıyor. Amerikan usulü TV şovlarının parlak bir örneği. Programın başarısında yıllanmış kadın yönetmeni Patty’nin de büyük katkısı var. Onunla bir ilişkisi de olmuş, besbelli... Ama sonuçlanmamış bir ilişki bu...
Filmin hemen başlarında silahlı bir genç adam stüdyoyu basıyor. Ve Gates’i rehin alıyor. Kyle Budwell’in tüm parasını bir gecede iflas ettiğini açıklayan bir şirkette kaybettiği anlaşılıyor. Meğer Gates de bir süre önce o şirketin reklamını yapar gibi konuşmamış mı?
Fıttıran Budwell tüm suçu ona yüklüyor. Ve onu esir alarak sesini tüm ülkeye duyurmak istiyor. Olay kısa zamanda milyonlarca insanın izlediği bir büyük gösteriye dönüşüyor. Ve stüdyodan New Yok sokaklarına taşıyor.
Benim kuşağım bu tür filmlerle büyüdü. TV ve etkisi üzerine daha 50’lerde Elia Kazan’ın Kalabalıkta Bir Yüz’ünden başlayıp 70’lerde Şebeke veya Köpeklerin Günü gibi Sidney Lumet filmlerinden geçerek neler neler gördük!.. Para üzerine filmlerse son yıllarda arttı. Oliver Stone’un Wall Street ikilemesi veya Scorsese’nin Para Avcısı hemen akla geliyor.
Bu film de benzer bir atmosferi yakalıyor. İç mekanlarda sağlanan gerilim, büyük kent caddelerine taşınca azalmıyor, tersine artıyor. Ve bol figüranlı çekimler etkileyici duruyor.
Ama öylesine bir paranoya duygusu yaratılıyor ve her şey öylesine abartılı duruyor ki... Sonunda işin dozu biraz kaçıyor, doğallığı yitiyor. Ve o amaçlanan ciddi kapitalizm eleştirisi de biraz güme gidiyor.
Oyuncular en azından sempatik. George Clooney yeterince enerjik. Julia Roberts pasif bir rolde olsa da dikkatleri çekiyor. Silahlı gençte Jack O’Connell ve iflas eden şirket yöneticisinde Dominic West de gayet iyiler. İrlandalı dilber Caitriona Balfe ise göz dolduruyor.
Özellikle bu temalara ilgi duyanlar ve projenin ardındaki “star power”ı çekici bulanlar izleyebilir.
ALICE HARİKALAR DİYARINDA: AYNANIN İÇİNDEN X X (Alice: Through the Looking Glass) Yönetmen: James Bobin Senaryo: Linda Woolverton Görüntü: Stuart Dryburgh Müzik: Danny Elfman Oyuncular: Mia Wasikowska, Johnny Depp, Helena Bonham Carter, Anne Hathaway, Sacha Baron Cohen, Rhys İfans, Matt Lucas, Lindsay Duncan, Geraldine James, Richard Armitrage Walt Disney yapımı. |
Lewis Carroll’un 1865’de yayınlanan klasik çocuk romanı, aslında bu sınırı aşıp tüm zamanların en ilgiye değer ve büyüklere de seslenen fantezilerinden biri olup çıkmıştı. Perdede de 1950’lerden başlayan çeşitli uyarlamaları olmuştu. Disney’in 1951 yapımı canlandırması ya da Tim Burton’un ünlü oyuncularla (hemen hemen bu filmin kadrosu) 2010’da çektiği film en sevilenleri olagelmiştir.
Şimdi, altı yıl sona, bu kez Burton’un yapımcılığı ve James Bobin’in yönetmenliğiyle yeni bir uyarlama geliyor. Gerekli miydi? Doğrusu evet demek kolay değil.
Olaylar ilk Burton filminin bıraktığı yerden devam ediyor. Gözlerini Artık iyice büyümüş bir genç kız olarak gözlerini açan Alice,kendisini yine Wonderland- Harikalar Diyarı’nda buuyor. Ve eski dostu Hatter- Şapkacı’yı ziyaret ediyor. Ama onu yarı çıldırmış bir halde, artık yaşamayan ailesinin onulmaz matemi içinde buluyor.
Ve onları geri getirmek için zaman içinde bir yolculuğa çıkıyor. Ama karşısında bir yandan acımasız Zaman Lordu’nu, öte yandan yıllar önce geçirdiği bir kazadan sonra tümüyle anormalleşen kıraliçe İracebeth’i bulacaktır. Ve onun öz kızkardeşi Mirana- Beyaz Kraliçe’yle olan savaşında iyiliğin yanında yer alacaktır.
Carroll’un büyük hayal gücüne dayanan, mizah ve fantezi yüklü havası burada pek yok. Görselliği kuşkusuz tartışılmaz: özel efekt yağmuru şahane, oyunculu bölümlerle canlandırmanın bireşimi kusursuz. Ve perdeden özen ve çabayla oluşmuş bir estetik yansıyor.
Ama işin özü zayıf kalıyor. Hele eskaza asıl romanı ve uyarlamaları hiç bilmiyorsanız... O zaman, kişilerin bırakınız karaktere dönüşmeyi, kim olup ne yaptıkları bile belirmiyor. Ve ne aksiyon, ne de konuşmalar bir anlam kazanıyor.
Johnny Depp, Helena Bonham Carter ve Sacha Baron Cohen, bu durumdan en çok zarara uğrayanlar. Üçü de devasa birer karikatür olmaktan ileri gidemiyor. Anne Hathaway de öyle: O da koca bir taşbebek sanki!..
Alice rolündeki Mia Wasikowska, ilk filmdeki gibi yine inandırıcı. Canlandırma kahramanlarını lk filmde konuşan tüm o ünlü İngiliz karakter oyuncularıysa yine iş başında....
Sonuç olarak, pek başarılı bir uyarlama değil.