Pazar Notları
Samsun yolculuğumda Orhan Pamuk’un son romanı Kırmızı Saçlı Kadın’ı okudum. Doğrudur: Öncekilere kıyasla daha kısa, daha sade ve daha kolay okunur bir roman. Ama asla bir Cevdet Bey ve Oğulları, bir Beyaz Kale, bir Benim Adım Kırmızı veya Kara Kitap olmadığı da kesin...
Benim bir Pamuk-sever olduğumu bilenler bilir. Umarım kendisi de... Onun gibi Nobel alarak ülkemize en büyük onurlardan birini getirmiş bir büyük sanatçının armudun sapı-üzümün çöpü mazeretlerle –özellikle kimi tartışılabilecek görüşleri nedeniyle- ağır biçimde eleştirilmesini, hatta bunun bir toplumsal lince dönüşmesini hep kınadım, hayatım boyunca da öyle yapacağım.
Dolayısıyla yapacağım eleştirinin bir Pamuk-sevmezlikle hiçbir ilişkisi yok. Ama bir sinemasever ve bir edebiyatsever olarak ben bunu yapmak zorundayım. Zaten roman yakın zamanda dünyanın başlıca dillerine çevrilecek. Belki çevriliyor bile...
Elbette oralarda kültürlü editörler bu yanlışı fark edecek ve düzeltecek. Bizde ne yazık ki öyle olmamış!... Ama bunu benim şimdiden yazmam bir görev değil mi?
Bu son kitabında kimi minik Türkçe yanlışlarının yanı sıra, büyük bir hata var. Baba-oğul ilişkisi ve bunun birinin öbürünü öldürmesiyle sonuçlanması üzerine kimi efsanelerden yola çıkan romanda, bu ilişkinin en dramatik, en sağlıksız, ama ama ünlü örneklerinden biri olan Kral Oidipus’un öyküsü anılıyor. Kahinlerin onun büyüyünce babasını öldüreceği, annesiyle de yatacağı yolundaki öngörüleri, zaman içinde gerçeğe dönüşüyor. Ve Oidipus gözlerini oyarak kendikendisini en kanlı biçimde cezalandırıyor.
Romanın ana kahramanı bu konuda İtalyan ustası Pasolini’nin aynı adlı filmini anıyor. Kralı Franco Citti’nin oynadığı filmde, annesini ünlü İtalyan oyuncusu Anna Magnani’nin oynadığını söyleyerek...
Öyle irkildim ki... Magnani 1907-1973 arası yaşadı. Pasolini onunla ilk önemli filmi olan Mamma Roma’yı çekti: 1962 yılında... Kıral Oidipus’u çektiği 1967’de, Magnani tam 60 yaşındaydı. Yani belki anne değil, büyükanne olacak yaşta... Ama o zaman başka bir efsane gerekmez mi?
O rolü bir diğer İtalyan divası, Silvana Mangano oynamıştı. 1940’larda sinemaya başlayan, 60’larda genç kuşak İtalyan sinemacılarının yeniden keşfetiği ve sonradan Pasolini’yle Teorema, Decameron gibi filmlerde de oynayan... Üstelik o, hayli çirkin sayılabilecek Magnani’ye göre çok daha alımlı bir kadındı. İleri yaşında bile...
İşte böyle. Naçizane, uluslararası ün yapmış sanatçılarımızdan biraz daha dikkat beklemek hakkımız değil mi? Hele bu internet çağında?
Ben de sevgili Can Dündar ve Erdem Gül’e geçmiş olsun diyorum. Bu mutlu son elbette çok önemli. Bu ülkede hala yargıçlar var diyebilmek... Son aşamada gerçek hukukun kendisini göstereceğini bilmek... Öylesine ihtiyaç duyduğumuz şeylerdi ki bunlar...
Özellikle son aylarda bir raslantı sonucu basın özgürlüğü üzerine filmleri, özellikle de gerçek bir ‘dördüncü kuvvet’e işaret eden Spotlight vb. filmleri izlerken, hep yüreğimiz yanıyordu. Eloğlunun yıllar önce yaşayıp tavizsiz özgürlük ve çağdaş demokrasi yönünde çözümlediği sorunları, biz sanki baştan yaşıyor gibiydik. Ne acı birşeydi bu...
Ama umutlarımız biraz da olsa yeşerdi. Kimi çatlak seslere, “dikkatle izliyoruz” tehditlerine, hatta AYM’nin saygın yargıçlarıyla “paralel örgüt” arasında ilişki kuran süper-manyak çıkışlara rağmen...
Ama ben sadece pratik birşeye dikkat çekmek istiyorum. Cumhuriyet gazetesi gerçekten de parlak bir gazetecilik yapıyor. Özellikle haberciliğiyle... Bir yandan, tüm diğer gazetelerden farklı haberler getiriyor: Sanki Amerikan tarzı bir araştırma gazeteciliğiyle (ki o gazetecilik vaktiyle Nixon gibi bir siyasetçiyi devirmiş ya da daha yakın zamanda Guantanamo olayını deşmiş bir gazeteciliktir.)
Öte yandan yine Cumhuriyet, basında çıkan kimi haberlere de farklı yorumlar getirebiliyor: Daha cesur, daha analitik, daha açıklayıcı. Ama bu gazetenin tirajı bırakınız patlama yapmayı, yerinden oynamıyor. Oradaki dostlar bana hep bunu söylüyor.
Evet, Cumhuriyet diğer gazetelerden pahalıya (kimilerinin iki misli) fiyata satılıyor. Ama hemen tüm diğerleri gibi bir büyük sermaye grubuna dayanmıyor. Pek reklam da almıyor. Ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışıyor.
Peki ama o zaman, böyle bir gazetenin daha fazla alınıp okunması gerekmiyor mu?
Ülkemizde demokrasinin, çağdaşlığın ve insan haklarının gerçek dostları. Toplum için iyi bir geleceğin yorulmak bilmeyen savaşçıları.
Ne yapıp edip bu gazeteyi alın. Daha fazla alın. Onu okuyun ve okutun. Bu da önemli bir görev bence...