92. Oscar ödüllerini erken kalkıp izledim. Aslında üzerine yazmak niyetinde değildim. Yeterince konuşulmuştu, pek sürpriz de beklenmiyordu.
Ama öyle beklenmedik sonuçlar, öyle radikal değişimler öyle güzellikler oldu ki, dayanamadım.
Bu yıl tören her zamankinden daha uzun, daha şık, daha gösterişliydi. Öncelikle aday şarkılar çok iyi sesler tarafından söylendi. Ve arkadaki teknik cambazlıklar ve bir düzineye yakın sesin katıldığı büyük korolarca desteklendi. Böylece her biri parlak bir şova dönüştü.
Oyuncularda hiç sürpriz olmadı. Joaquin Phoenix Joker'la, Renee Zellweger Judy'yle beklenen ödüllerini aldılar. Sürpriz konuşmalarındaydı. İkisi de Oscar tarihinin en uzun konuşmaları arasına girdiler. Akademi sanırım o uzunluk kısıtlamasını artık kaldırmış olmalıydı. Ama ikisi de ilginç şeyler söyledikleri için dikkatle dinlendiler.
Phoenix sanki hala Joker havasında, ciddi ve somurtkan biçimde, birleşmenin, diyalogun, toplumsal ve evrensel bir bakışın önemini anlattı. Zellveger ise hem kadın sorunlarına değindi, hem de Judy Garland'ı anan duygusal bir konuşma yaptı.
Yardımcı oyuncular da beklenenler oldu. Brad Pitt (o da en uzun konuşanlardan birini yaptı) Bir zamanlar Hollywood'da ile, Laura Dern ise Marriage Story ile heykelleri evlerine götürdüler.
En büyük sürpriz Güney Kore filmi Parazit'ten geldi. Herkesi, hepimizi şaşırtan bu film, anlaşılan Akademi'yi de mest etmişti. Böylece en önemli ödüller ona gitti. En iyi film, en iyi yabancı film, en iyi yönetmen, en iyi özgün senaryo.
Hepsi birden... Böylece En İyi Film dalındaki tam 9 film arasından sıyrılıyor ve Oscar tarihinde İngilizce olmadığı halde bu ödülü alan ilk film oluyordu. Kendi adıma hiçbir itirazım yok, bu filme bayılmıştım. T24 arşivine girip okuyabilirsiniz.
Böylece çok umutlar bağlanan 1917 görüntü (emektar Roger Deakins), ses kurgusu, görsel efekt gibi teknik dallarla yetindi. Asfaltın Kralları kurgu ve ses ödüllerini alırken, çok sevdiğim Tavşan Jojo uyarlama senaryoyla kaldı. En iyi müzik Joker'a giderken, en iyi şarkı da Rocketman'le Elton John'un oldu. Sahnede şarkıyı bizzat söylemesiyse kolay unutulmaz bir olaydı.
Martin Scorsese ustanın iddialı The Irishman filminin hiçbir ödül almaması ise, sanıyorum ki Akademi’nin özellikle Netflix’in yaptığı ve 'sinemalara gelmeyen filmler' diye özetlenebilecek tavrına karşı bir duruştur
Ama belki en ilginci her türlü azınlığın varlığı oldu. Ve akla gelebilecek birçok kesim sahnede temsil edildi. Bol siyahi, Asyalılar, Asya kökenli Amerikalılar... Latinler, çok şişmanlar, elbette gay'ler. Örneğin Elton sahneye şarkılarının söz yazarı olduğu kadar 'eşi' de olan Bernie Taupin'le sarmaş-dolaş çıktı.
Bir sunuşta sahneye çıkan down sendromlu bir genç dikkatleri çekti. Ancak yanındakinin yardımıyla yürüyüp konuşabilen... O geçen yıl aramızdan ayrılan tüm sinemacıları anan geleneksel İn Memoriam bölümündeyse, ilk isim Kobe Bryant oldu: geçen günlerde ölen ünlü basketbolcu.
Bryant'ın ABD'deki popülerliği malum. Ama sinemaya bulaştığını hiç bilmiyordum!.. Bunu sanırım yine ilginç bir sinema-spor buluşması olarak görmek gerekiyor.