Siyaset konusunda olduğu kadar, çevre korumacılığı konusunda da hayli umutsuzum.Nilüfer Göle’nin ‘endişeli aydın’ nitelemesinin belki daha ‘had safhası’: karamsar ve umutsuz aydın!.
Çünkü artık yazıyla-çiziyle işlerin kolay kolay düzelmeyeceğini düşünüyorum, Hatta –uzun zaman için- hiç düzelmeyeceğini. Çünkü başımızda öyle bir iktidar ve öyle bir cumhurbaşkanı var ki... Binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete... Kolay değişir mi bu?
Ama şeytan dürtüyor. Hele fırsat bulup dünyanın bir başka köşesine, değişik bir ülkeye gidince... Gördüklerinizle bizim memleketi kıyaslamak ve sonra halimize yeniden tasalanmak kaçınılmaz oluyor. Haydi bakalım!...
Yılbaşı için Portekiz turundaydık. Ünlü bir acentenin her zamanki gibi başarılı organize turuyla... 24 kişilik hoş bir grupla birlikte, Porto’dan başlayıp sahil boyunca Lizbon’a inen ve orada biten altı günlük bir tur. Ve bu güzel ülkenin insanı heyecanlandıran zenginlikleri.
Avrupa’nın en batı ucu, Akdeniz’e hiç kıyısı olmayan, ama Atlas okyanusunda çok uzun sahili olan Portekiz, suyla ilişkisi açısından İstanbul’a benziyor. Lizbon ve Porto’un ortasından geniş birer nehir geçiyor. Geçmişi ve tarihi çok zengin bu ülkenin hazinelerini ve anılarını barındırıyorlar.
Ama her yerin ve her şeyin korunması biryana, ülkenin deniz ve suyla ilişkisi hiç kopmamış, kopmuyor. Kimsenin aklına o upuzun sahile beton bloklar inşa etmek gelmemiş: ne turistik otel, ne zenginlere rezidans, ne de tüketim mabedi AVM olarak...Böylece sahil, dünyanın neredeyse yarısına ilk kez ayak basmış bu meraklı ve macerasever halkın yaşamında hala çok önemli.
Oysa bizde neler neler oluyor!... Zaman gazetesinin pazar günkü bir başlığı şöyle diyor: “İstanbul’un Beton Surları: Denizle Aramıza Gökdelenler Girdi”. Gazete, özellikle Marmara sahilinde Zeytinburnu, Ataköy, Bakırköy gibi semtlerde insafsızca yükselen ve kalabalık nüfuslu o semtlerin, giderek tüm kentin denizle ilişkisini koparan heyula blokların resimlerini basmış. Ürkünç hayaletler gibi.
Bunlar güzeli, doğalı, doğanın kendisini yok etmekten hiç çekinmeyen lüks rant tuzakları; müteahhit-sermayeci bir nevzuhur azınlığın, bu arada onlara bol keseden bu hakları verenlerin de ceplerini doldurmaya yönelik bela gibi yatırımlar.
Ama bu işlerin ardındakiler öylesine utanmaz ki, o doğa düşmanı dev yapılarını çarşaf gibi ilanlarla kent ve halk için birer lütuf gibi sunmaktan kaçınmıyorlar. Oysa o binaların hitap ettiği son derece sınırlı bir alıcı kitlesine ‘özel deniz manzarası’ sunarken, kimbilir kaç yüz bin insanın denizle, doğayla sağlıklı ilişkisini yok edip duruyorlar.
Yalnızca sahiller değil. Her yer işgale ve yağmaya açık. Sözcü gazetesi, Atatürk Orman Çiftliği’nden sonra şimdi de yine Ankara’da, Ata’nın savaş yönettiği, Genelkurmay başkanlığının ilk binası olan, Anadolu Ajansı’nın temellerinin atıldığı Ankara Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün de boşaltıldığını ve büyük kısmı orman olan 140 dönümlük alanın, tıpkı müdürlüğün İstanbul Göztepe’deki arazisinin akibetine uğramasından korkulduğunu yazıyor. Yani, gökdelen yapılmasına ve ranta açılmasından...
Görüyorsunuz: Cumhuriyet’in ilk dönemindeki kaç kurumun tarihi ve anılarıyla içiçe bir alan ve bir bina. Onu gözümüz gibi korumamız gerekmez mi? Ama bunu anlamıyorlar, anlatamıyorsunuz.
Hatta belki bu anıları, bu tarihi özellikle silmek istiyorlar. Ankara mimarlar odası başkanı Tezcan Karakaş’ın deyişiyle “Eski adı Karargahtepe olan o yerin yeni adı yeni adı Ranttepe olacak!”.. Doğru söze ne denir?
Milliyet’de Melih Aşık, özel sektöre kiralanan o güzelim Moda iskelesi ne olacak diye soruyor. Ve ‘ya kafe, ya da meyhane’ diye üzülüyor. Yazısına da İskele Operası başlığını koymuş...
Yine İstanbul’da, kentin bir zamanlar Boğaz manzarası için en gözde yeri sayılan, kimbilir benim de kaç kez turist gruplarıyla gittiğim Çamlıca tepesine tümüyle Tayyip Erdoğan’ın kişisel bir projesi olarak inşa edilen o Sultanahmet taklidi dev camiin yolları için, çevrede son derece geniş bir kamulaştırma yapılıyor.
Kamulaştırma? Birzamanlar özel mülkün kamu yararına kullanılması için başvurulan yasal yöntemdi. Şimdiyse bunun örneğin turizm için filan değil, o çevrede camiin yaratacağı rantın dağıtımı için yapıldığı öylesine açık ki... Biraz bekleyin, görürsünüz.
Evet, ne Cumhuriyet tarihi, ne doğa koruması, ne çağdaş bir kentte insanların ihtiyaç duydukları parklar, rekreasyon ve gezinti alanları. Ne de kitle turizminin gerekleri. Hiçbiri adamların umurunda değil...
Sadece rantı düşünen ve inşaatı körükleyen bir anlayış, bu kentin ve bu ülkenin canına okuyor. Bakalım, AKP iktidarının elbet bir gün sonu gelince, bu güzelliklerden geriye ne kalacak....