İYİ Kİ DOĞDUN, ARKA PENCERE
Artık internet sitelerinin önemi tartışılmaz. Basının hal-i pürmelali içinde birçok değerli kalem ancak orada yazabiliyor. Aslında iyi de oluyor: hemen, bir tıkla dünyanın öbür ucundan bile yazıya ulaşabiliyorsunuz. Sayfa sıkıntısı, yazıların kuşa dönmesi, editör baskısı veya sansür olayı da yok.
Ahh, bir de ödeme yapabilseler de cebimiz biraz para görse…Ne iyi olurdu.
Neyse…Haftalık internet sinema dergisi Arka Pencere (arkapencere.com) 6. yaşgününü özel ve güzel biçimde kutladı. Adı gibi tüm bölümlerini de Hitchcock ustanın filmlerinden alan dergi, Cem Altınsaray,Bilgehan Aras, Okan Arpaç, Kemal Ekin Aysel, Burak Göral, Murat Özer tarafından kuruldu. Ve zaman içinde birkaç değerli yazarın daha katılımıyla bugünlere dek geldi.
Dergi yedinci yıla ayak basışını geçen Salı gecesi Tepebaşı’ndaki Soho Center’in son derece sempatik sinema salonunda kutladı. Özellikle Hitchcock’u anarak…Sinemaseverler iyi bilir: François Truffaut’nun eleştirmenlik yıllarında hayranı olduğu ustayla kendisi de film çekmeye başlayıp hayli üne kavuştuğu dönemde yaptığı çok uzun söyleşi, vaktiyle bizde de Afa yayınlarından çıkan tanınmış bir kaynak-kitaba yol açmıştı.
Yine bilenler duymuştur, o şehir efsanesini…Yani bendeniz Atilla Dorsay’ın ‘bizzat’ Hitch’le başbaşa söyleştiği dedikodusunu!...Neyse, işte gençler bunu hatırlayıp beni açış konuşması için çağırdılar. Ben de taa 1972 yılındaki o (benim için) unutulmaz olayı anlattım. Anıları deşerek, anekdotları hatırlayarak…Ve perdeye yansıyan resimler eşliğinde…
Hemen sonrasında ise Kent Jones adlı yönetmenin yeni çektiği Hitchcock/Truffaut belgeselini izledik. Film o unutulmaz buluşmanın resimleri ve ses bandına (filmi çekilmemişti), günümüzden Martin Scorsese, David Fincher, Wes Anderson, Olivier Assayas, James Gray, Richard Linklater, Kiyoshi Kurosawa vb. yönetmenlerin tanıklıkları katılarak oluşmuş nefis bir sinemasever belgeseliydi. Fabula Film’in katkısıyla gösterilmişti ve önümüzdeki İstanbul festivalinde de seyirciye sunulacaktı.
Ama ben çok şanslıydım. Çünkü konuşmamda değindiğim birçok anekdot filmde de karşımıza geldi. Ustanın oyuncular için ‘cattle- sığır’ demesinden Topaz filmindeki ‘etek sahnesi’ne kadar!..(Bunu ancak filmi görünce anlarsınız!).
Arkapencere ekibine bu güzel olay için teşekkür ediyor ve başarılar diliyorum.
Hey gidi hey…Eski Sinematek günleri…İkisi de rahmetli olmuş Şakir Eczacıbaşı ve Onat Kutlar’ın 1965’de kurdukları, 20 yıl boyunca Türk kültür hayatına büyük katkıları olmuş, ancak 12 Eylül sonrası, yani 1980’de kapatılınca misyonu bitmiş kurum…
O kurumda başından beri görev almış bir isim daha vardı. Dönemin sinema yazarı Jak Şalom. Bizler onu derneğin çıkardığı Yeni Sinema dergisindeki yazı ve eleştirileriyle tanımıştık. Sonradan Paris’e gitmiş, orada Fransız Sinemateki’nin kurucusu, sinematek düşüncesinin ve filmleri koruma çabasının fikir babası efsaneviHenri Langlois’yla tanışmış ve Türkiye doğumlu Langlois’nın yanında çalışmaya başlamıştı. Onun giderek Langlois’nın sağ kolu olduğunu bilenler bilir.
İşte o Jak Şalom bir süredir döndüğü Türkiye’de yaşıyor. Ve bir üniversitede ders veriyor. Ayrıca şugünlerde yeni bir gişirimi var:
50. YILDA 50 FİLM, 50 SUNUM: SİNEMATEK YAŞIYOR! projesi.
Jak’ın özenle seçtiği 50 film, iki ana binada, Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi ve Avrupa yakasında Boğaziçi Üniversitesi’ndeki Mithat Alam Merkezi’nde sunulacak. Her filmi medya, eğitim veya sanat dünyasından ünlü bir ad sunuyor. Geçen Cuma Caddebostan’da Ezel Akay’ın sunduğu Fellini’nin Tatlı Hayat’ıyla açılan gösteri, bu Cuma yine orada Vecdi Sayar’ın sunduğu Serseri Aşıklar’la sürüyor.
Aralarında Andrei Roublev’den 400 Darbe’ye, Pater Pançali’den Cezayir Savaşı’na, Leopar’dan İtalya’da Yolculuk’a, Sporcunun Hayatı’ndan Ölüm Korkusu’na önemli filmleri, Ercan Kesal’dan Burçak Evren’e, Özgür Mumcu’dan Yankı Yazgan’a, İlber Ortaylı’dan Murathan Mungan’a, Tayfun Pirselimoğlu’ndan Erden Kıral’a tanınan isimler sunacak.
Bendeniz de inşallah 26 Nisan akşamı Mithat Alam’da Jean Renoir’ın Oyunun Kuralı filmini sunacağım. Bu güzel girişim yaşlılara sinematek günlerini hatırlatacak, gençlere ise bu klasikleri Türkçe altyazılı yeni kopyalardan tanıma imkanını getirecek.
Keşke bu vesileyle birkaç kez belirttiğim bir arzumuz gerçekleşebilse…Ve Beyoğlu’nun kapalı duran tozlanmış mücevheri Alkazar sineması da açılsa…Onarılsa…Ve bu güzel girişime –belki devamlı olarak- evsahipliği yapabilse…