T24’ün ana misyonu siyaset olan bir site olduğu biliniyor. Dolayısıyla son derece politize bir okur profili var. Günün koşulları içinde son derece doğal, hatta gerekli biçimde...
Ben, malum, burada genelde filmleri yazıyorum. Bugünkü yazım ise tümüyle sinema dünyası üzerine. Ne yapayım, yazacak başka yerim yok!...Ve bunları da söylemem gerekiyor.
Geçen haftanın şaşırtıcı siyasal gelişmelerinin yanı sıra, benim için üç önemli olay vardı. Yeni kitabım 50 Unutulmaz Film: Sinemanın Hazineleri’nin çıkışı; SİYAD ödülleri ve de İKSV’in açıkladığı yeni İstanbul festivali programı içinde 4 Nisan gecesi verilecek onur ödülleri.
Ben bunları birbirine bağlayacağım. ‘Politize okur’ okumayabilir. Ama sabredip okursa, sonunda işlerin yine politikaya bağlandığını da görecek. Hep olduğu gibi!..
Kitap benim için önemliydi: tam 51. ve iki yıldan sonra ilk kitabım. Bunu duyuranlardan özellikle NTV Gece Gündüz programına ve Emrah Kolukısa’nın benimle söyleşisini yayınlayan Cumhuriyet’e teşekkür ederim.
O söyleşide, konu kitaptan başka şeylere kaydı. Çünkü Emrah bana SİYAD- Sinema Yazarları Derneği üzerine bir soru sordu. Ben de o konuda öylesine doluymuşum ki, boşalıverdim.
Orada söylediklerimi yineleyecek değilim. Meraklısı bulup okur. Ama çok özetle, bugünkü SİYAD yönetiminin beni, yeni Emek sinemasını savunan bir yazım nedeniyle “yeni Emek’in adamı” diye nitelemesine ne denli kızdığımı anlattım.
Nasıl kızmam ki...Basında eski Emek üzerine en çok ben yazdım. Ve bunlar koca bir kitabı doldurdu: “Emek Yoksa Ben De Yokum” (Kırmızı Kedi yayınları, 2014). Artık piyasada bulunmayan bir kitap. Ve ismindeki vaadime de uyarak, sinemaya kazma vurulduğu gün, gazetem SABAH’ı bıraktım. O gün bugündür başka bir gazetede de yazmadım. Daha ne yapayım?
Ama benim pratik ya da pragmatik bir yanım da var. Yeni salonu gezdim ve çok sevdim. Eskisinin atmosferi aynen korunmuştu. Ve. Eski Emek’in matemini ebediyen sürdürmektense, bunun da kullanılmasını önerdim.
Bu tavrıma gelen eleştirileri ben değil, başkası yanıtlasın. Son dönemde kurulan, tümüyle gayri-resmi bir dostlar buluşması olan ve ayda bir toplanan Sinema Ortak Aşkımız platformunun üyesi, emektar sinema yazarı ve eğitmeni Erdoğan Mitrani dostum mail’inde şunu dedi:
“Pek çok kişinin göz ardı ettiği, Atilla’nın bir mimar tarafı olması. Orası eninde-sonunda bir ‘restitüsyon’. Ve bir mimarın bunu mesleki olarak başarılı bulma hakkı da var”. İşte bu kadar.
Bakınız: O eski tür edebiyata, yani “SİYAD’ı ben kurdum, ben bugünlere getirdim, ben babanız sayılırım” türü sözlere başvuracak değilim. Babalardan kimi zaman ne kadar nefret edildiğini bilirsiniz: hele benim kadar film gördüyseniz!...O açıdan, üyelerden hep ve kesin saygı görmeyi de hiç beklemedim, bunu istemem de...
Yıllar önce ben, kendi isteğimle başkanlığı bıraktım, gençlere fırsat verdim. Ve Uğur Vardan’dan Murat Özer ’e birçoğu sırasını savdı. Her şey de gayet iyi yürüdü.
Uzun yıllar boyu ben sadece tek bir şey istedim: onur ödüllerinde söz sahibi olmak. Tek başıma değil, ama eskilerden Agah Özgüç, Burçak Evren gibi dostlarla birlikte...Öyle de oldu. Son iki yıla gelinceye dek...(Bu konuya sonda döneceğim).
Şimdi...Yeni SİYAD yönetimine sadece bana bu yakıştırmayı yaptıkları için kızmış değilim. Daha birçok nedeni var. Örneğin üyemiz Alin Taşçıyan’ı da dışlamaları. O Alin Taşçıyan ki, bilmeyenler olabilir, son iki dönemde FİPRESCİ- Uluslarası Sinema Eleştirmenleri Federasyonu denen kurumun başkanıdır...
Neden? Alin’in sanırım iki yıl önceki Antalya festivalinde bir filmin yasaklanmasına yeterince karşı çıkmadığı için suçlanması nedeniyle...
Bu eleştirilebilir, Alin’e kızılabilir. Ama ne bu, ne de başka hiçbir şey Alin’in o dünya çapında ve de zaten SİYAD için rol modeli olan kurumdaki bizim için onur verici mevkiiini görmezden gelmeye yetmez.
Bir örnek daha. Sanırım kendisi istemez, ama yazmak zorundayım. Bir süre önce Ömür Gedik’i de diğer birkaç isimle birlikte üyelikten çıkarma kararı almışlar. Nedeni: biriken aidat borçlarını ödememiş, mail’lere de yanıt vermemiş.
Ama Ömür’ü biraz tanıyan herkes, onun mail’lerini yanıtlamak biryana, okumadığını dahi bilir. O kendi dünyası içinde yoğun denecek kadar dolu biridir.
Ama Ömür bunu kabul etmek istemedi, özür dileyerek borcunu ödemek istedi. Bir dernek yönetimi için ne memnuniyet verici bi tavır.... Olayı duyunca ben de araya girip, başkanımız Tül Akbal Sualp’a telefon ettim.
Öncelikle, son dönemde yönetimin gazabına uğrayan bir sinema öğretim üyesi olduğu için...Gerçekten de Tül’ün geçen Temmuz’da Bahçeşehir üniversitesindeki işine son verilmiş ve o da bu ‘akademisyenlere zulüm’ olayının kurbanlarından biri olmuştu. Ne yazık ki ve hiç hak etmediği halde...Ona bir kez daha geçmiş olsun diyor, onun şahsında tüm o bilim insanlarına büyük sempatimi belirtiyorum.
O bana “Ömür başvursun, bir şeyler yaparız” mealinde bir şeyler söyledi. Ama öyle olmadı ve Ömür üyelikten çıkarıldı. Ne ayıp!...Hem Ömür gibi basınımızın ‘amiral gemisi’nin vitrinindeki popüler bir yazara karşı. Hem de –bir kez daha- bana karşı!...
Şimdi...Eğri oturup doğru konuşalım. SİYAD geleneksel olarak hep politize bir kurum olmuş, herzaman demokrasinin ve ilericiliğin yanıbaşında yer almıştır. Geçmişimiz incelenirse, bunun her dönemde böyle olduğu görülür.
Bu yönetim de ilke olarak aynı yolu tutmayı deniyor. Bu geleneksel tavır, ayrıca bu dönem başkanımızın özel konumundan da destek alıyor. Öyle değil mi?
Ama rica ederim...Dosdoğru buyurgan bir tek adam yönetimine doğru hızla yuvarlandığımız şugünlerde....SİYAD buna karşı çıkmak, bu tavırda olan ve giderek büyüyen platform içinde mütevazi biçimde de olsa rol almak istiyorsa... Bunu öncelikle kendi içinde birleşmek, bütünleşmek ve bundan güç kazanmak yoluyla yapmak zorunda değil mi?
Onun yerine, FİPRESCİ başkanı Alin Taşçıyan’ı tanımamak, onursal başkan Dorsay’a laf sokuşturmak, popüler yazarları kovmak gibi işler neyin nesi oluyor?
Ve de bir son marifet. Bu 49. yılın onur ödülleri, hiçbir yaşlı üyeye danışılmaksızın, kendi başlarına aldıkları karara göre, iki kişiye verildi. Eski oyuncu Arzu Okay ve belgesel yönetmeni Metin Kaya. Mithat Alam merkezi emekçileriyse emek ödülü aldılar.
Aynı günlerde 36. Istanbul Film Festivali programı açıklandı. Gayet zengin ve iştah açıcı bir program...Özellikle Altın Lale için iki bölümde, yerli ve yabancı sinemada yarışacak gencecik isimler, kendikendisini yenilemek zorunda olan Türk ve dünya sinemaları için heyecan verici.
Ve onun 4 Nisan gecesi vereceği onur ödüllerine bakın. Benim de bulunduğum danışma kurulundan çıkan liste şöyle:
Yazar-yönetmen Barış Pirhasan. Oyuncu Selma Güneri. Oyuncu- yazar Macit Koper. Görüntü yönetmeni Çetin Tunca. Emek ödülü ise Mithat Alam. Ki haberi sevgili Mithat’a vefatından hemen önce ulaşmıştı.
Bu iki onur listesini kıyaslamak mümkün mü? Elbette ne belgeci Metin beyi küçümserim: adını hiç duymamış olsam da...
Ne de eski seks filmleri yıldızı olduğu için Arzu Okay’ı. Ki sonradan o işe mesafeli biçimde bakan gayet akıllı bir kadın olduğunu kanıtlamıştı.
Ama yine de.. İki liste kıyaslanabilir mi? Hele eleştirmenlerin kurumu olan SİYAD’ın oyundan yönetime, senaryodan görüntüye, müzikten kurguya sinema sanatının her dalını kapsayan bir yaklaşımda bulunma gereği apaçık dururken?
İşte böyle. Son bir nokta daha. SİYAD’ın son dönemdeki bu tavrının asıl sorumluları kim? Vallahi zaten genelde bu vb. kurumlarda asıl kararları genel sekreter alır, işleri o yürütür.
Burada da öyle oluyor. O kişi üzerinde, en azından burada fazla durmanın anlamı yok. Biraz kurcalanırsa, sanırım bir ‘klinik vaka’ ortaya çıkar!...