SONSUZLUK TEORİSİ X X X ½ (The Man Who Knew Infinity) Yönetim ve Senaryo: Matt Brown Görüntü: Larry Smith Oyuncular: Jeremy İrons, Dev Patel, Toby Jones, Jeremy Northam, Stephen Fry, Malcolm Sinclair, Devika Bhize, Richard Cunningham İngiliz filmi. |
Okullarda geçen ve öğretmen-öğrenci ilişkilerini ele alan sayısız film biliyoruz. Üniversitede geçen ya da matematik ve bilim gibi konulara biraz daha ‘ciddi’ yaklaşanları da var, son dönemde Akıl Oyunları, The Theory of Everything veya The Imitation Game gibi…
Karşımızdaki film, matematik üzerine. Ana kahramanı da gerçek bir kişilik olan bir Hintli genç adam. 1910’lu yılların başlarında, Hindistan’ın yoksul Madras yöresinde yaşayan Srinivasa Ramanujan tam bir matematik dehası. Sayılar onun için birer oyuncak. Matematik kurallarını yenilemek şöyle dursun, yepyeni kurallar ve bu bilimi altüst edecek varsayımlar kafasının içinde dolanıp duruyor.
O yılların Hindistan’ın da egemen olan İngilizler, bu konuda hiç eğitimi ve diploması olmayan gence ilgi göstermiyorlar. Ancak onu himayesine alıp iş veren bir vatandaşı, İngiltere’yle temasını sağlıyor. Orada, Cambridge Üniversitesi'ndeki ünlü hocalara mektup yazılıyor. Ve onlardan birinin, profesör G. H. Hardy’nin özel ilgisi sayesinde, henüz 20’li yaşlarındaki Ramanujan Londra’ya kapağı atıyor. Çok sevdiği genç karısını ve annesini gözyaşları içinde arkada bırakmayı göze alarak…
Ve o görkemli bilim yuvasında, onun bilgisini ve dehasını kanıtlama serüveni başlıyor.
Film konusuna ağırbaşlılıkla yaklaşıyor. Belki İngiliz yapımı olmanın getirdiği bir özellik... Yoksa Amerikalılar bu tür filmlere büyük kitleler için daha çekici şeyler katmayı beceriyorlar. Sadece Akıl Oyunları’nı hatırlayın, yeter!...
Böylece film aşk ve aile konularını çok hafif biçimde abartırken, bilimsel macerayı aslına sadık biçimde anlatıyor. Gerçi tempo biraz yavaş. Ama olaylar ve kişiler öylesine ilgi çekici ki, kendinizi bir kez kaptırırsanız, ilgiyle izlemeye başlıyorsunuz.
Çünkü sınırları belirsiz bir dehayı kanıtlamak kolay iş değil. Hele o dönemin donup kalmış ırkçılığı ve sınıfsallığı içinde… Hem de Cambridge gibi bir bilim mabedinde bile, bu değişik kültürden gelen farklı renkteki genç adamı kabul etmeyenler, hatta saldıranlar çıkıyor. Hardy’nin yanıbaşında yer alan sayılı hocalarsa ünlü filozof Bertrand Russell ve bir tür ‘yer cücesi’ olan profesör Littlewood…
Profesör Hardy’yle ilişkiler ayrı bir konu. Hardy’nin onulmaz ateizmine karşın, Ramanujan tam bir inanç adamı. Bilimi bile Tanrı’nın emrinde, onun varlığını bir kanıtlama alanı görecek kadar!.. Ayrıca Hardy onun sanki ilahi bir esinle gelen ve ilk ağızda bilimsel olarak kanıtlanamayan buluşlarını biraz da şüpheyle karşılıyor. Ve aralarındaki baba-oğul ilişkisi sarsılıyor.
Ama zaman onlar için çalışacaktır. Genç Hintli dehasını kabul ettirecek ve Royal Trinity College’e kabul edilecektir. Isaac Newton’la kıyaslanan yeteneği ve buluşları ise, sonraları Kara Delikler denen varoluş gizemini çözmeye yarayacaktır.
Slumdog Millionaire’den beri oyuncu olarak Hint sinemasının Batı’ya açılan yüzü olan Dev Patel ve elbette Jeremy İrons harika oynuyorlar. Onlara Toby Jones (Littlewood), Stephen Fry (Sir Francis Spring), Jeremy Northam (Bertrand Russell) gibi oyuncular da eklenebilir.
Yine de bu düzeyli film haftasonu için ideal oyalanma aracınız olmayabilir!…
KRONİK X X X (Chronic) Yönetim ve Senaryo: Michel Franco Görüntü: Yves Cape Oyuncular: Tim Roth, Bitsie Tulloch, Claire van der Bloom, David Dastmalchian, Tate Ellington, Maribeth Monroe, Sarah Sutherland Meksika-Fransa ortak yapımı. |
Meksikalı yönetmen, 2012’deki Despues de Lucia- Lucia’dan Sonra ile tanınan Michel Franco’nun bu yeni filmi (aslında bundan hemen sonra yaptığı bir film de var: A Los Ojos- Gözlerine), Cannes’da aldığı senaryo ödülü sayesinde ilgi çekmiş ve dünyayı dolaşıp sonunda bize de gelmiş.
Film bence gayet sade senaryosundan çok başka şeyleriyle parlıyor. Başta konusuyla… Bir erkek hastabakıcının öyküsü bu… David kendisini ölüm halindeki hastalara adamış bir gönüllüdür. Gönüllü diyorum, çünkü bununla hayatını kazansa da, bu para için yapılacak iş değildir. Gerçekten sıradışı bir amaç, soylu bir çıkış noktası ya da özel bir ruh asaleti gerektirir.
Çünkü David en çok kanserden ölmek üzere olan ve artık kimselerin (buna aile ve en yakınlar da dahildir) bakmak istemediği hastalara bakar. Bu öylesine bir ‘bakmadır’ ki, insanı en yaşlı, en zayıf ve en iğrenç hallerde yakalayan durumlarda, o yardıma hazırdır. Altına yapan, idrarını kaçıran, kusan, terleyen tüm o ölüm mahkûmları, temizlenmek gibi basit bir ihtiyaçtan teselli edilmek gibi daha incesine, her şeyi ondan beklerler.
Böylece karşımıza, uzun çekimlerle ürpertici sahneler gelir. Özellikle başta o kadidi çıkmış kadın hastayı banyosunda özenle yıkadığı bölüm gibi… Ya da sonradan çıkagelen huysuz, aksi yaşlı adam gibi… David hiçbir şeye aldırmaz, işini dikkatle yapar.
Aslında onu iyi tanımayız, hakkında pek bir şey bilmeyiz. Bir ara ayrılığı karısından, ölen oğlundan söz eder. Ama araya yalanlar da sıkıştırdığından, bunlardan emin olamazsınız.
Bunca iyilik yine de zaman zaman geri teper. Örneğin yaşlı adamın ailesi, David’in dedelerini cinsel tacize ve adamı tahrik ettiğini söyleyerek onu suçlarlar!.. Çünkü insanoğlu böylesine saygısız, böylesine değerbilmezdir!..
Bu tuhaf film, sonuç olarak ölüme adanmış bir yapım. Hayatlarımızın kaçınılmaz sonu olan ve eşiğine geldiğimizde tam anlamıyla dibe vurduğumuz o akibet... Ve film içerdiği tüm o keder duygusu içinde, bizi insanlık durumu ve onun en hazin aşaması üzerinde düşünmeye çağırır...
Kısa, ama çarpıcı bir final gelip tokat gibi yüzümüze çarpar. Ve hikayeye nokta koyar.
Bu kendine özgü filmi özellikle ağırlığı, ciddiyeti olan konuları sevenlere tavsiye edebiliriz. Ayrıca Tim Roth denen ve belki biraz da avantajlı olmayan fiziği nedeniyle kıymeti bilinmemiş büyük oyuncuyu tanımak için…