Sonunda beklenen oldu. En azından TV dizisi meraklıları için (yani, hele şu son günlerde, benim gibi!).
Ve popüler bir dizi, ilk kez tümüyle Koronavirüs sonrası koşullarını yalnızca hatırlatarak değil, tümüyle onlara uyarak; bu olay ışığında değişen birçok şeyi ciddi biçimde ele alıp bu statükoya ve onun pratik sonuçlarına yaslanarak çekildi. Helal olsun!..
Önce bir 'girizgah' yapayım. Yabancı dizilerden özellikle son dönemde en çok sevdiklerim arasında Amerikan polisiyeleri ve onların da en çok hukuk ve adalet kavramlarına dayananlarıdır. ABD bu açıdan ilginç bir ülkedir: Örneğin yargıçların atanmayıp seçimle geldiği; hele adına yüksek yargıç denenlerinin yönetimden bağımsız, özgür ve otorite sahibi kamu görevlileri olduğu...
Zaten bu yüzden Trump denen ve dünyanın en büyük devletinin başına nasıl geldiği anlaşılamayan kişinin (aklıma çok daha ağır sözcükler geliyor; ama kullanmasam daha iyi!); evet, işte onun başı o yargıçlar veya kimi güçlü senatörlerle dertten kurtulmuyor!..
Ve de, hem de böyle bir ortamda, katil ruhlu bir polis yaşlı bir siyahiyi herkesin gözü önünde, diziyle dakikalarca boğazına bastırıp öldürüyor. Ve tüm Amerika'yı virüsü unutup ayağa kaldıran ve kanlı protestolara yol açan bu eylem sonucu, evet, görevden alınıyor. Ama tutuklanmıyor bile!.. Ve protestolar büyüyor, yeni kanlar dökülmeye başlıyor. İşte Trump Amerika'sından son görüntüler...
Ama o diziler sürüyor. Dediğim gibi, hukuk ve adalete dayalı. Özellikle yargının önemini vurgulayan ve baş kişileri birer yargıç olan All Rise (Herkes Kalksın) ve yeni başlayan, yine son derece etkileyici bulduğum Tommy. İkisi de birer kadın yargıç üstelik. Biri beyaz, öbürü siyahi olan...
Bir de polise ve onun kamuyla ve halkla ilişkilerine ağırlık veren diziler var: Blue Bloods; FBİ; FBİ Most Wanted gibi. (Hepsinin de Dijitürk'te olduğunu yazayım.)
Geçen akşamlardan birinde, All Rise bir sürpriz yaptı. Los Angeles'ta siyahi kadın yargıç Lola Carmichael'ın öyküsünü veren dizinin son bölümü, tümüyle Covid-19 günlerine göre tasarlanıp çekilmişti. Gerçi Jimmy Fallon veya Ellen Degeneres gibi ünlü sunucuların programları da öyleydi. (Ve doğrusu iyice sıkıcı olmuşlardı!) Bizde de artık herkes (biraz ünlü olmak şartıyla) günlerdir/haftalardır evinden, odasından, balkonundan sevenlerine seslenip duruyor değil mi?
Ama bu kez başkaydı. Dizinin son bölümünde başyargıç Benner (o da kadın!), kahramanımız yargıç Lola Carmichael'e belalı bir vaka veriyordu. Bir araba sorunu yüzünden birbirine girmiş, biri neredeyse öbürünün canına kastedip tutuklanmış iki siyahi kardeş. Ve onların yeni açılan davası.
Ama her zamanki gibi mahkeme salonuna gelemiyorlar, yasaklar yüzünden... Ve duruşmaya her biri olduğu yerden katılıyor: iki kardeş, avukatları, yargıç ve baş yardımcısı, bir katip. Herkes bulunduğu yerden -ki onlardan biri de hapishanedir!.. Ve kamu görevlileri dışında günlük kılıklarıyla...
Ve de Batı sisteminde kimi zaman olduğu gibi, yargıç diyelim ki avukatları yanına çağırıp özel olarak bir şeyler danıştığında, tüm sistem kapanıyor ve bir 'hukuksal mahremiyet' oluşuyor!..
Vallahi, pek hoşuma gitti, bu güncelleştirilmiş hukuk epizodu. Özellikle de yargıcın tüm zorlukları, maddi veya hukuksal engelleri aşarak adaleti gerçekleştirmek için inadı, direnci ve çabası. Öylesine bir gerilim oluşturuyordu ki, şaşarsınız...
Keşke bizim hukuk insanlarımız da bu tür dizileri izleseler... Alacak dersleri mutlaka olurdu. Bu arada tüm o çok başarılı cast'ın içinde, özellikle yargıcı oynayan Simone Missick'e hayranlığımı da belirteyim.