KINGSMAN: ALTIN ÇEMBER (Kingsman: The Golden Circle) X X X Yönetmen: Matthew Vaughn Senaryo: Jane Goldman, M. Vaughn Görüntü: George Richmond Müzik: Henry Jackman, Matthew Ferguson Oyuncular: Taron Egerton, Colin Firth, Julianne Moore, Halle Berry, Mark Strong, Channing Tatum, Pedro Pascal, Jeff Bridges, Elton John, Poppy Delevingne, Edward Holcroft, Hanna Alström, Sophie Cookson, Emily Watson, Bruce Greenwood, Michael Gambon/ Fox-Marv Films yapımı |
Marvel’in popüler çizgi-romanlarını sinemaya aktaran Marv Films’in ünlü Fox şirketiyle bir araya gelerek kotardığı gösterişli ve alabildiğine cilalı üstün-yapımlardan biri. Ve 2005’te sinemaya çekilen ilk Kingsman filminin devamı.
İlk film için yazdıklarıma bakıyorum. Özetle “Dur-durak bilmeyen ve tümüyle çocuksu bir açıdan görülüp çekilmiş bir aksiyon. Yer yer ‘matrak’ bir film, ama görülmese de olur” demişim.
Mark Milar- Dave Gibbon ikilisinin yazıp çizdikleri roman, bu tür yapıtların bilinen tüm ögelerini kullanıyor. Önce gelecek: Ama bugünden pek farkı olmayan bir gelecek bu... İki büyük ülke, ABD ve İngiltere’de geçmişleri hayli eskilere dayanan Kingsman ve Statesman adlı kuruluşlar, ortak bir saldırıya uğruyorlar.
Önceki filmin acımasız sanayi kralı Valentine’ın (Samuel Jackson) yerini bu kez çok farklı bir ‘kötü’ almıştır: Julianne Moore’un olgun güzelliği ardında saklanan ve dünyayı tümüyle yönettiği uyuşturucu ticaretine esir kılıp sonra da ‘ilacını satmak’ isteyen şeytan ruhlu Poppy.
Aslında evrensel bir casusluk örgütü olan Statesman olaya el koymak ister. Ama kötüler gerçekten de kötüdür. Kimi en güçlü insanlar -bu arada bizzat ABD Başkanı!- onların yanında yer alır. Ve böylece dünya yok olmanın eşiğine gelir.
Allah’tan Eggsy vardır: Kimi zaman pek yakışıklı, kimi zaman aptal bir çocuk gibi görünen genç oyuncu Taron Egerton’un canlandırdığı... O eski filmden ‘müdevver’ kişilikler, özellikle de (Oscar’lı Colin Firth’ün oynadığı) aslında çok yakını olan deneyimli Harry, yardımına koşacaklardır.
Film özellikle Londra’yı tüm karakteristik özellikleriyle dekor alan nefes kesici ve hayli komik bir araba takip bölümüyle açılır. Ve zaman zaman başka coğrafyalara açılsa da, o kenti ana mekân almayı sürdürür. Tümüyle İngiliz olan şeyler -Londra, kraliyet ailesi, aristokrasi, Kral Arthur efsanesi, özellikle de o sivri mizah duygusu- gelir ve tipik Hollywood olan öğelerle kaynaşır: O aksiyon becerisi, dünyaya yukardan bakma huyu, çizgi-romanın evrenselliğe kayan çocuksu, naif tavrı.
Böylece James Bond ve Jason Bourne izleri havada uçuşur. Beş dakikada bir perdeye yeni bir ünlü gelir: Channing Tatum’dan Jeff Bridges’e, Halle Berry’den Emily Watson’a...
Ki bu sonuncusu, Lars Von Trier’in Dalgaları Aşmak’ından Alan Parker’in Angela’nın Külleri’ne, Jim Sheridan’ın Boksör’ünden Paul Thomas Anderson’un Punch-Drunk Love’ına, Chris Noonan’ın Miss Potter’inden Steven Spielberg’in Savaş Atı’na başyapıtlarda oynamış unutulmaz bir kadındır. Onu başkan yardımcısı olarak küçük bir rolde de olsa bulmak hoş olur.
Ama iki yeni yüz malı götürür: İlk filmden kalan Merlin’de Mark Strong. Ki kendisi yönetmenin gözdelerindendir...Ve de kamçısıyla harikalar yaratan Whiskey’de Pedro Pascal.
Buna rağmen yer yer sıkılır, “ben bu filmde ne arıyorum yahu?” der olursunuz. Fantezi iyi şeydir de, ciddi bir aksiyonun, sorumluluk taşıyan bir bilim-kurgunun yerini tutmaz.
Hele Elton John gibi bir efsaneyi konuk oyuncu alıp ondan tek bir şarkı bile dinletmemek... Onun yerine, tipik Amerikan ‘country’cisi John Denver’in müziğini alıp bol bol kullanmak... Özellikle de geçen haftalarda Soderbergh’in Şanslı Logan’da baş yeri verdiği Country Roads, Take Me Home şarkısını... Amerikan zevkine verilmiş bir taviz midir bu?
Ama tüm final (kabaca 20 dakika) hayli komik. Yani sonuç olarak bir göz atabilirsiniz...
KAÇIŞ ODASI (Escape Room) X Yönetmen: Peter Dukes Senaryo: Peter Dukes Görüntü: Pierluigi Malavasi Müzik: D. E. Christensen Oyuncular: Skeet Ulrich, Sean Young, Christine Donion, Randy Wayne, Matt McVay, Ashley Gallegos, Hayley Goldstein/ Amerikan filmi |
Nasılsa daha pek kimseler görmeden reklamı yapılan ve bilinmeyen bir mini-efsaneye dönüşen filmlerden sakının!... Onlar kimi zaman tüm sinema sevginizi ve saygınızı ciddi biçimde zedeleyecek acı deneyimlere dönüşebilir!...
İşte en son ve belki en görkemli bir örnek. Daha internete düşmüş tek bir ciddi eleştirisi bile olmadan, nasıl olmuşsa olmuş beklenen bir filme dönüşmüş bir korku filmi.
Ama hayatta gördüğüm en kötüsü, en zavallısı. Ortada ne anlatılmaya veya özetlenmeye değecek herhangi bir öykü var. Ne en ufak bir çekiciliği olan kahramanlar. Ne herhangi bir oyunculuk, ne ilginç özel efektler. Hiçbirisi yok!...
Üzerinde konuşmaya bile değmez bir film. Sadece 85 dakikalık filmin bana sekiz saat gibi geldiğini söyleyeyim, yeter!...