AQUAMAN X X ½ Yönetmen: James Wan Senaryo: David Leslie Johnson- McGodrick, Will Beall Görüntü: Don Burgess Müzik: Rupert Gregson-Williams Oyuncular: Jason Momoa, Amber Heard, Willem Dafoe, Patrick Wilson, Nicole Kidman, Dolph Lundgren, Yahya Abdul Mateen, Temuera Morrison, Ludi Lin Warner Bros- DC yapımı. |
Doğrusu bu tür filmlerden kendi adıma bıktım. Aslında her daim moda olan, ama son dönemde sinemaya aktarılma konusunda rekorlar kıran ‘comics’ (çizgi-romanlar) benim hiç gözdem olmadı. Küçük yaştan beri daha ciddi şeyler okumaya başladım. Kim bilir neler kaybetme pahasına!..
Ama öte yandan sinemada fantastiği çok sevdim. Ve çok ciddiye aldım. Kitaplarım buna tanıklık edebilir.
Ancak bu işin sonu yok. Daha genç bir seyirciyi hedef alan, çizgi-roman çıkışlı filmler bitmiyor, tükenmiyor. Belki yeni, farkı bir şeyler bulurum, yakın zamana dek beni heyecanlandırmayı bilen o engin hayal alemlerine yeniden dalarım diye gidiyorum.
Ama filmlerin teknolojisi giderek yükselse de, akıl yaşı habire düşüyor. Galiba işin bu yanını genç arkadaşlara bırakma zamanı geldi.
Her neyse... Filme dönersek... Aquaman aslında 1940’lardan beri adı edilmiş bir kişilik. Yakın zamanlardaysa kimi çok ünlü fantastik filmlerin ikinci planda kalmış bir yan kahramanı. DC-Comics’in ezeli rakibi Marvel’in karşısında ilk kez böylesine iddialı bir filmde kullandığı bir figür.
Tam adıyla Arthur Curry, efsanelerden süzülüp gelen batık kıta Atlantis’in kraliçesi Atlanna ile, onun aşık olduğu fener bekçisi Tom Curry’nin ‘gayri meşru’ çocukları. Atlanna, günü geldiğinde okyanusun dibinde yatan ülkesine dönmek zorunda kalıyor. Babasının büyüttüğü Arthur ise çocukluktan başlayarak bir üstün-adam kimliği gösteriyor. Ülkenin başına geçmiş üvey küçük kardeşi kral Orm, onun sağ kolu Vulko, yine kral ailesinden güzel Mera ve daha bir avuç renkli kişilik, denizin altında yaşayanlarla üstündekiler arasında başlayan savaşımda rol alıyorlar.
Film bunca yıldır gördüğüm filmler arasında hiç durmayan aksiyon ve de özel efekt kullanımı açılarından en ön sıraya geçebilir!.. Ama çoğu zaman bu tür filmleri övmek için kullanılan bu durum, bu kez geri tepiyor. Ve film açıkça seyircisini sersemletiyor, giderek uyuşturuyor. Tam bir ‘ölçüyü kaçırma’ olayı…
Öte yandan, eski Atlantislilerin suyun altında yaşamaya alışmış olmaları, filme şaşırtıcı bir plastik özellik kazandırıyor. Birçok sahne gerçekten de suyun içinde geçiyor, yani geçermiş gibi duruyor. O uzun saçlar dalgalanıyor, hareketler yavaşlıyor, gözler kırpışıyor. Nasıl yapmışlarsa...Ve her türlü deniz mahlukatı arasında o dev denizatları dikkat çekiyor. Benzer şeyler bu kez Büyük Sahra’da kumların altına inildiğinde de görülüyor. Sanırım film Oscar’da teknik ödülleri silip süpürür.
Bir başka teknik başarı oyuncuların yaşıyla ilgili. Hadi, diyelim ki Nicole Kidman zaten hep genç kaldı. Ama özellikle Vulko’da Willem Dafoe hikayeye göre daha genç olduğu yıllarda gerçekten öyle genç gözüküyor ki... Bu da başarılmış.
Ayrıca tam bir dünya gezisi var filmde. Dinozorlu ‘kayıp dünya’lar... Afrika çölleri... Hint Okyanusu adaları...Ve de Sicilya adası. Ama bu tarih kokan mekan öylesine tahrip ediliyor ki... Sanki taş üstünde taş kalmıyor. Umarım gerçekten öyle olmamıştır!..
Ve de kimi tuhaf sahneler. Bir tür görsel ve hınzır mizah içeren... Örneğin bir kırmızı balığı yutan Atlanna- Nicole Kidman... Denizatına binmiş bir Kral Nereus…Ya da sayısız koluyla mükemmel davul çalan bir ahtapot!...
Baş rolde bol dövmeli bedenine yapışık giysisiyle antik bir hippi gibi duran erkek irisi Jason Momoa. Ki bana hiç sempatik gelmedi. Valla kızımı istese vermem!..
Ve arada birkaç akılda kalan laf. Örneğin şu: “Bir kraldan daha iyisi ne olabilir? Elbette bir kahraman.” Doğru söze ne denir?..
Evet, tüm bunlar ilginç. Ama hepsi birden filmi sonuç olarak büyük bütçeyle kotarılmış bir ‘B filmi’ olmaktan kurtaramıyor. Bu kadarıyla yetinirseniz...