Gündüz televizyon seyretmek ne demek bilmezdim. Artık biliyorum. Hem de öyle sosyolojik gözlem yapma güdüsüyle değil, basbayağı merakla izliyorum kadın programlarını. Bu halk cinsel devrimini 68'de, 78'de yapamamıştı ama şimdi yapmış.
Hayat çok pahalı, bedava olan tek şey seks olduğu için mi yoksa memleketin bir kesiminin internetten anladığı bu olduğu için mi bilmiyorum. Başı bağlı tarım işçisi teyzenin inanılmaz bir dönüşümle iki yıl içinde uzun sarı saçlı, mini etekli bir TikTok kraliçeliğine geçişini izliyorsunuz. Torun torbayı, kızlarını falan terk etmiş. Koca mı? Onu kim ne yapsın...
Çocuğunun babasının ismini hatırlayamayanların sayısını ben de hatırlayamıyorum. "Hasan'dı. Yok yok, Hüseyin'di galiba..." İki programdan birinde DNA testi sonuçları açıklanıyor zaten. Babalar tedirgin bekliyor, anneler daha rahat. "Evladımı sana kaptırmam!" diye bağrışırlarken o sırada bir telefon bağlanıyor; "Çocuk senin değil, komşudan." diye...
Eskiden ciddiye alınma ölçüsü resmi nikahtı. Şimdilerde kimse kimseyi ciddiye almadığından ya da "Evlilik cüzdanı" ile gelebilecek maddi korunma kalkanı olmadığından yerini imam nikahı almış. Üç çocuklu evli adama kaçıp "Kocam" demeler, evliyken genç bir kız ile düğün, nişan yapma falan üçüncü sayfa haberi kategorisine bile girmiyor artık.
Geçen hafta bir de "Gezginci" vardı. Gezmeyi seviyor ama uçak ile, otobüse asla binmiyor. Uçak bileti alana gidiyor gibi hâli vardı. Bu bilmem ne abla da olabiliyor, internetten tanıdığı, hiç görmediği bir adam da. Beş kere kaçmış. O bunları anlatırken kocası bile gülüyor...
Son günlerde sanki programlara başvuran erkek sayısında büyük bir artış var. Çocuklarını bırakıp internetten bulduğu ilk adama kaçan kadınların kocaları... Kadınlar sıkılmış, daralmış. Adamlar ellerinde üç çocukla kalınca "Ücretsiz işçi geri gelsin bari" diye kanal kanal geziyorlar. Kadınların kalacak evi olsa, "Kendilerine ait bir oda"ları olsa direnecekler belki ama direnemiyorlar. Kocalarının bir başka versiyonu ile "kurtulmayı" umuyorlar.
Çarşaflı anneler ile evden kaçan piercingli, dövmeli kızları arasındaki farka hiç girmeyeceğim. Başlı başına bir yazı konusu. Nesil değil, birkaç yüzyıllık bir ara açılması var. Birbirlerini anlamaları mümkün değil artık. Anneler çaresiz, kızlar edepsiz...
Otobüste arkamdaki iki kadın konuşuyorlar; "Dondurmacıya gitme sakın. İftardan sonra arka odada fuhuş yapılıyormuş." Dedikleri yer bir gece kondu semtinin sokak arası dükkanı. Fazlasıyla mahalli, fazlasıyla yerel bir ortamdan bahsediyoruz.
Perihan Abla'lar, İkinci Bahar'lar tarih öncesinde kalmış gibi!
Mesele ihaleyi toptan AKP'ye yıkmak, toplumsal mühendislik olayına girmek değil. Olay norm kalmaması. Yeni bir paradigmanın yaratılma zorunluluğu.
Bir sistem çöküşü yaşanıyor, karanlık ve korku temalı sistemler çökecek, kolektif ve kendi içsel gücümüzle kazanacağımız yeni bir evren yaratılacak. Umuyorum...
Ama bu süreçteki kaosa bakarken kendimi inanılmaz muhafazakâr hissediyorum.
Ben ne zamandır bu kadar muhafazakâr oldum diye düşünürken imdadıma Zizek yetişti.
İtalya'da yeni çevrilen bir kitabı vesilesi ile verdiği mülakatın başlığı şöyle: "Muhafazakâr oluyorum, insanın kurallara ihtiyacı var."
Sloven, Marksist, sosyolog, filozof, kültür adamı "Muhafazakâr oluyorum, normallik istiyorum." diye bas bas bağırıyor.
Lübliyana'daki evinden Skype ile bağlanıyor Zizek. Mavi polo gömlek, sabahın onu olmasına rağmen uykulu bir surat, şiş gözler...
Sistem karşıtı söylemlerin yıldızı, kültür gurusu bu söyleşide de yine tersten vuruyor: "Devrimcilik artık umurumda değil. Muhafazakârlaşıyorum, görgü kurallarını umursuyorum." diyor.
Hegel, İsa Mesih, Tarkovski, Napolyon, Sanders, TV dizileri birbirleri ile bağlantılandırılıyor. Kavramlar havada uçuşuyor, "Devrim'i Trump'a bırakalım. Kural tanımayan O." diyor...
- Covid-19 yeni bir çağın başlangıcını mı işaret ediyor?
- Bildiğimiz normalliğin geri dönmeyeceğine, yenisini yeniden inşa etmemiz gerektiğine inanıyorum. Beni endişelendiren ruhsal hasar, sokaklarda artan bir şiddet var. Psikiyatri klinikleri dolu, genç intiharları inanılmaz çoğaldı. Eski alışkanlıklar unutuluyor. Oysaki, kurallara ihtiyacımız var. Muhafazakâr olmaya başlamam bu yüzden.
- Yukarıdan empoze edilen kurallara mı?
- Devlet müdahalesinden bahsetmiyorum tabii ki. Günlük bir arada yaşama kurallarından bahsediyorum. Giderek daha bir karışık davranmaya başladık. Zayıflıyoruz, anlık tutkuların peşinde koşuyoruz. Sanal verilerle yetinerek gerçek aşkı unutuyoruz. Tarihin hiçbir döneminde insan bu kadar bağlantı hastası olmamıştı. Sohbetlerden, video konferanslardan, telefon görüşmelerinden bıktım. Salgın bana yalnızlığın hayatımızda ne kadar eksik ne kadar kıymetli olduğunu fark ettirdi.
- Aşk nedir sizce?
- Aşkın bedene ihtiyacı var. Çıplak olmak manevi bir deneyimdir. Tarkovski bunu anlamıştı. Stalker filminde en güzel anılara su, rüzgar, yağmur eşlik eder. Bu maneviyatın maddeye bürünme hâlidir. Hıristiyanlığın mucizesi budur. İsa bir insan, bir bedendir. Tanrı'nın başka yerde değil, içimizde, aramızda olması bu yüzdendir.
- Maddeselliğin tamamen ortadan kalkabileceğini düşünmek bilim kurgu değil mi?
- Bir gün oğlumun bir arkadaşı şöyle dedi: "Bugün kimin artık flört etmeye, baştan çıkarma oyunlarına girmeye vakti var?"
Zoom'da harika karşılaşmalar yapılabileceğini inkar etmiyorum ama platonik aşk fikri bana şovenist geliyor. Orpheus'un dediği gibi: "Kendimizi bir gün birlikte olmaya adamamız gerekebilir. Belki de gidip yalnız kalıp şiir yazmak daha iyidir..."
Durum giderek saray sevgisine dönüyor. Saray sevgisi malum anti-feministtir. Kadınla yan yana olmayı değil, fikir olarak tercih eder.
- Çağdaş hedonizmi kınıyorsunuz. Mutluluk fikriniz nedir?
- Bence mutluluk aptalca bir şey. İyi uyuyan insanları aptal buluyorum. Nasıl hemen uyuyabiliyorlar? Gece boyunca sık sık uyanır not alırım. Yatağın kenarına kağıt koymadan uyuyamam bu yüzden.
- Bu heyecan sizi rahatsız ediyor mu?
- Ona hükmetmeyi öğrendim, hoşuma gidiyor. Tutkularımı zapt edebiliyorum. Bence sadece aşk, heyecanın yıkıcı etkisini günlük hayata uygun bir şeye dönüştürmeme yardımcı olabiliyor. Mutluluk çaba gerektirir. Her gün yeniden inşa edilen bir şeydir. Hıristiyanların sevgiden bunca söz etmeleri tesadüf değildir.
- Bunları söyleyip gerici gözükmekten korkmuyor musunuz?
- Psikoloğa gidip tek eşli olduğunuzu söylediğinizde patolojik saplantınız var tanısı konulan bir dönemdeyiz. Ben bürokratik evlilik güvenliğini tercih ederim. Dört kez evlenmişsem bunun nedeni her seferinde kendimi taahhüt etmeyi kabul etmemdir.
- Bu bir provokasyon mu?
- Hayır, devrimlere değil normal şeylere ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bazen klişeler kurtarıcıdır.
- İhanet sizin için önemli bir mesele. Sadakatsizlik oyunun bir parçası mı?
- Homeland dizisini gördünüz mü? Claire Danes terörizmle savaşan gizli bir ajanı oynuyor. Bir noktada bir Rus casusla ilişkiye giriyor ama sonunda CIA'ye gizli bilgiler vererek ona ihanet ediyor.
Ben "Bir olduk" diyenlere güvenmiyorum. Bu sevgi değil, duygusal yamyamlıktır.
- Bir ütopyaya ihtiyacımız var mı?
- Günlük ritüeller, eğitimlilik unutuldu bence. Donald Trump günlük yaşamı bayağılaştırdı. Kuralları çiğnedi, yalan söyledi, kaba davrandı, yıktı, devrimci davrandı.
Bence sol, ahlaklı çoğunluğun sesi olmalıdır. Bu sembolik bir imaj olsa bile. Örneğin, Biden'ın yemin töreninde Bernie Sanders'ın yün eldivenli görüntüsü. Muhteşem bir andı. Solun gerçek temsilcisi bir görüntüydü. Şimdinin ruhunu yansıtıyordu...
- Paradokslarla abarttığınızı düşünmüyor musunuz?
- Kafam karıştı. Bana yardım et, kötü ol, sözlerimi istediğin gibi kullan.
Söyleşi böyle bitiyor...
Yukarıdaki söyleşi Komünist Manifesto'nun 150. yılı dolayısı ile yapılan baskıya önsöz yazmış bir adamın söyleşisi. Yoksa her zamanki gibi "İyi bir fikir bulup yeterince işlememek"ten mi muzdarip?
Yaşasın komünizm, eve girince sütyenler fora durumu mu?