Geç kalmış bir barış yazısı bu. Aslında 1 Eylül'de yayınlanması planlanıyordu ama, yetişemedi. Barış gibi yani. Onun da geç kalmak gibi bir huyu yok mudur?
Üstelik söz konusu gecikmenin 6 gün olması, "Türkiye'nin Kristal Gecesi" 6-7 Eylül'e denk gelmesi ironinin zirvesi değilse nedir?
Barış deyince, insanın zihnine güvercinden başlayarak yüzlerce imge üşüşür. Çocukluğu "Soğuk Savaş" yıllarında geçmiş biri olarak bunlara ziyadesiyle aşinayım. 23 yıl evvel dinlediğim bir anı, zihnimdeki kütüphaneye yeni bir raf ekledi.
Barış Manço, 1 Şubat 1999'da hayatını kaybettiğinde, dönemin ünlü televizyon programı Siyaset Meydanı'nda bir anma toplantısı düzenlenmişti.
Sanatçının ağabeyi Savaş Manço orada bir anı anlatmıştı:
"Ben 1941 yılında, İkinci Cihan Harbi'nin ortasında doğdum. O zamanlar çocuklara Savaş adı çok yaygın konuyordu. Ama savaşın kendisi kötü bir şey tabii. İnsanlar giderek bunu idrak ediyorlar ve savaş uzadıkça da bir barış özlemi doğuyor. O yüzden annemle babam 1943'de doğan kardeşime Barış adını koymuş."
Savaş ile Barış kardeşlerin ilk büyük kavgası da İkinci Dünya Savaşı'nın bittiği gün olmuş. Savaş Manço o günü şöyle anlatmıştı:
"O zaman Cihangir'de oturuyorduk. Annem bizi Taksim Parkı'na götürüyordu. Yol üstündeki konsolosluk binalarının hepsi bayraklarla donanmıştı. Anneme bunun ne anlama geldiğini sordum. 'Bugün barışın günü' dedi. Ben bir anda Barış'ı çok kıskandım ve ona bir teklifte bulundum. Bana adını vermesi karşılığında ona bütün oyuncaklarımı vereceğimi söyledim. Barış teklifimi kabul etmedi. Ve ilk kavgamızı öyle yaptık. Benim adım Savaş. Ama şüphesiz dünyanın en güzel şeyi barış..."
Bugün Türkiye'de "Barış" adını taşıyan 69.671 erkek, 464 kadın yaşıyor. 36.835 erkek ile 64 kadın ise "Savaş" adına sahip. "Barış"ların sayısı, "Savaş"ların neredeyse 2 katı. (Bilgileri Sevan Nişanyan'ın Türkiye Kişi Adları sözlüğünden aldım.)
Malum, 1 Eylül 1939'da başlayan İkinci Dünya Savaşı, 9 Ağustos 1945'te Nagasaki'ye atılan atom bombası ile fiilen bitti. 2 Eylül 1945'te, Japonya, Tokyo Körfezi'ne demir atan Amerikan zırhlısı Missouri'de teslim anlaşmasını imzaladığında da resmen bitti.
Bir eylül günü başlayan büyük kıyım, başka bir eylül günü sona ermişti.
6 yıl 1 gün süren savaşta, hayatı kaybedenlerle, kaybolanların toplamı neredeyse 80 milyondu. Bu rakamın 50 milyonunu sivil kayıplar oluşturuyordu.
Birincinin bitiminden 21 yıl sonra patlayan ikinci savaşın geride bıraktığı enkaz, aklı başında insanları bir daha savaşlar yaşanmasın diye harekete geçirdi.
Ama işleri o kadar kolay değildi.
1945'de "sıcak" versiyonu biten savaşın çok geçmeden "soğuk" olanı servis edilmişti.
Kendine "Hür Dünya" adını takan kesim, diğerini "Demir Perde" diye tanımlıyordu.
Daha nötr kavramlarla ifade etmek gerekirse bir tarafta NATO, diğer tarafta Varşova Paktı duruyordu.
Bu arada "Barış" kelimesi dillerden düşmüyordu tabii.
1955'te kurulan Varşova Paktı Almanya'nın Polonya'yı işgaliyle başlayan 1 Eylül gününü Dünya Barış Günü ilan etti.
Karşı cepheden gelen yanıt epey rötarlı oldu. NATO değilse bile, BM, 1981'de Dünya Barış Günü olarak 21 Eylül'ü belirledi.
Niye böyle olduğunun hikâyesine uzun uzun girmeye gerek yok. Nihayetinde her ikisi de içinde bulunduğumuz eylül ayına ait.
Antik metinlerden, kutsal kitaplara kadar birçok yerde, gagasında zeytin dalı taşıyan güvercin, refahın, bolluğun, adaletin, sağlığın, özetle barışın sembolüdür.
Nuh'un, tufanın bitip bitmediğini, yeryüzünde suların çekilip çekilmediğini anlamak için yolladığı güvercin, gagasında bir zeytin dalıyla döner. Belli ki sular çekilmiş, hayat yeniden yeşermeye başlamıştır.
Bugün "Barış" dendiğinde zihnimize düşen en güçlü imge bir çemberin içindeki 3 kollu ters "Y" harfidir. Aslında nükleer silahlanmaya karşı tasarlanan logo zamanla daha geniş bir anlama kavuştu.
Grafik Tasarım Dergisi'nin Ağustos 2008'da yayımlanan 23. sayısında çıkan Steven Heller imzalı "Barış işaretinin tılsımı" yazısı hikâyeyi çok iyi özetliyor. Orijinali Design Observer'da yayımlanan yazıdan, İnanç Mısırlıoğlu'nun çevirisiyle birkaç alıntı yapalım:
"... Basit formunun temelleri antik çağlara dayanmasına karşın, barış sembolünün popülerleşmesi 1950'lerin ortalarında atom bombası testlerinin hâkimiyetini sürdürdüğü dönemler boyunca olmuştur. Tasarımı 1958 yılında İngiliz bir tekstil tasarımcısı olan Gerald Holtom tarafından İngiltere'nin nükleer silahsızlanma kampanyalarında kullanılmak üzere yapılmıştır. "Barış hareketi sembolü" olarak da bilinen barış işareti, ilk olarak "Aldermaston Paskalya Barış Yürüyüşü" sırasında dünyanın silahsızlanmasını desteklemek için kullanılmıştır. Birleşik Devletler'de ise, ilk kez 1961 yılında, nükleer denemelerin sağlık üzerindeki trajik etkileri üzerine uyarıcı bir bilim kurgu filmi olan "Dünyanın Ateşe Yakalandığı Gün" isimli filmin gösterimi sırasında protesto işaretleri arasında yerini almıştır. Kısa zamanda da, bir savaş karşıtı amblem olarak evrensel boyutta kullanılmaya başlanmıştır.
(...)
Muhtemelen 1960'lar boyunca, Vietnam Savaşı'nın tüm kaygı ve öfkesini sembolize eden -baş aşağı duran, bir çemberin içindeki üç uçlu çatalı andıran- bu işaret kadar insanları kışkırtan ya da kutuplaştıran başka bir amblem daha olmamıştı.
(...)
Barış sembolü, nükleer silahsızlanma (nuclear disarmament) kavramının baş harfleri olan N ve D harflerinin bütünleştirilmiş bir flamasal sembolü olmasına karşın, bu işaretin antik çağlara dayanan kökenlerinin olması, N ve D sembollerinin sonradan ortaya çıkan bir fikir olduğu konusunda şüpheler yaratmaktadır..."
Makale, Heller'in amblemin geçmişi konusunda koyduğu şerhleri detaylandırarak devam ediyor.
Onun söylediği gibi, barış ambleminin kökeni, bilinenden çok öteye uzanıyor olabilir. Ama şurası bir hakikat ki, bugünün dünyasında en çok kullanılan imge odur.
Yazıyı bu topraklardan biriyle, Evliya Çelebi ile toparlayalım. Büyük seyyah, Seyahatname'nin İstanbul bölümünde çarpıcı bir barış efsanesi anlatır. İstanbul'un Altımermer semtinde, şehri koruyan 6 tılsımlı sütundan söz eder. Bu sütunların her birinin üstünde kara sinek, sivrisinek, leylek, horoz, kurt gibi hayvan ve insan figürleri olduğunu, üzerinde kurt olan sütun sayesinde şehrin kurt ile kuzularının barış içinde yaşadığını anlatır.[1]
Bu tasvir akla Aşık Veysel'in meşhur türküsünü getirir: "... Kim okurdu kim yazardı?/ Bu düğünü kim çözerdi?/ Koyun kurt ile gezerdi/Fikir başka başka olmasa..."
Parantezi çizginin evrensel diliyle kapatalım. Koyunu, kurdu, kırmızı başlıklı kızı, güvercini, Gerald Holtom'un tekerlerini tasarladığı bir bisiklete bindirelim ve ekleyelim: "Bisiklet barıştır: Koyun kurt ile gezer, fikir başka başka olsa da."
DAVET 1 Eylül Dünya Barış Günü'nde Adalar Müzesi'nde bir bisiklet sergisi açtık. Bekleriz. TIKLAYIN | Büyükada'da bisiklet sergisi açıldı |
[1] Evliyâ Çelebi Seyahatnamesi: İstanbul, Hazırlayanlar: Seyit Ali Kahraman- Yücel Dağlı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, Mart 2014, s. 33
Aydan Çelik kimdir? Aydan Çelik 1966 yılında Gürün’de doğdu. İstanbul Ünivesitesi’nde İşletme ve İktisat Tarihi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Heykel okudu. Çizgi film stüdyolarında, reklam ajanslarında, gazetelerde, dergilerde, yayınevlerinde çalıştı. Erken yaşta bağlandığı bisiklet sporu vesilesiyle Eurosport Türkiye’de konuk yorumcu oldu. Açık Radyo’da Esra Ertan’la birlikte Şeytan Arabası adında bisiklet programı yaptı. 2006’da Tarih Vakfı Yurt Yayınları’ndan Mişli Geçmiş Zaman adını taşıyan karikatür albümü yayımlandı. Devam eden yıllarda Bi Tur Versene, İstanbul Bisiklet Rehberi ve Bisiklet Manifestosu adında bisiklet temalı üç kitabı okurla buluştu. 2013’te Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu’nun 50. yaşı için "Pardus" adında bir maskot tasarladı. Toplumsal Tarih, Cyclist Türkiye, Socrates dergileri yayın kurulu üyesi. Halen çiziyor, yazıyor, bisiklet üstünde çocukluğunu arıyor. |