Tamam, biliyoruz, internete bağlanıp okuduk, üşüyormuşsunuz, kar yolları kesmiş, trafik felçmiş, doğalgaza zam gelmiş...
Tamam, biliyoruz, internete bağlanıp okuduk, üşüyormuşsunuz, kar yolları kesmiş, trafik felçmiş, doğalgaza zam gelmiş... İyi de bunlar biraz da kaçınılmaz değil mi? Orada karakışın tam göbeğindesiniz...Peki bana ne demeli? Malum, şubat ayı güney yarıkürede yazın ortası demek. Tutun ki Türkiye’de Ağustos başındayız... Üstelik şu anda ekvatordan sadece 12 derece uzaktayım.Ve üşüyorum. Hem de titremecesine...Otel odasında elektrikli radyatörü yaktım; yetmedi kazak giydim, pancereden, önümde uzanan göle bakıyorum. Titicaca gölüne... Turistik kitapta 3800 metre diyor ama yerli rehber Fidel, 4000 metreden aşağısına asla razı olmuyor...Eh sabah Lima’da, Pasifik Okyanusu kıyısında, yani sıfır metrede ol; atla uçağa 80 dakikalık uçuştan sonra And sıradağlarının Peru’nun güneyine denk gelen kesiminde 4000 metre yüksekte toprağa ayak bas...Sonuç şiddetli mide bulantısı, daha şiddetli baş ağrısı, kulak zonklaması ve en berbatı soluk alıp vermede ciddi zorluk... Benzin istasyonunda depoyu doldurur gibi otel resepsiyonundaki İnka kıza gidip oksijen takviyesi isteniyor. O da sigara verir gibi oksijen maskesini uzatıyor. Derin derin oksijen çekip soluklanıyorsunuz; bir miktar rahatlıyorsunuz ve yorgunluktan gözkapaklarınız kurşun gibi ağırlaşmış odanıza dönüp yatağa uzanıyorsunuz ve uyuya kalıyorsunuz...Yerli rehber Fidel kıkır kıkır gülüp “Yarına alışırsınız, hiçbir şeyiniz kalmaz” diyor. İyi de yarına daha 15 saat var. 15 saat bu baş dönmesi, bu solunum zorluğu ile nasıl geçecek? Fidel de bir İnka.Yine kıkırdayıp “Biz binlerce yıldır burada yaşıyoruz, 15 saat nedir ki” diye dalgasını geçiyor....* * *Ertesi sabah oldu. Değişen pek az şey var: şiddetli mide bulantısı, daha şiddetli baş ağrısı, kulak zonklaması ve en berbatı soluk alıp vermede ciddi zorluk...Otel doktoru bir takım haplar verdi. Hapı yuttum...Galiba sahiden hapı yuttum. Titikaka gölü üstünde turistik bir geziye çıkıyoruz... Haydi hayırlısı. Bu kafayla, bu mideyle ne turistik gezi olur ya...Titikaka dünyanın 2000 metrenin üstünde en büyük gölü. Bir bölümü Peru’nun, bir bölümü Bolivya’nın. Bizim ilk hedefimiz gölün üstündeki “yüzen adalar”...Anlatayım...Ayamara dili konuşan yerliler İspanyol istilacılardan kurtulabilmek için karadaki evlerini terketmişler ve göldeki sazları biçip, tütün balyası (Kentliler için bu tarif anlamsız. Peki. Küçük bir kahve masası büyüklüğünde dikdörtgenler prizması) biçiminde balyalar yapmışlar. Dört balyayı birbirine yine sazlarla bağlamışlar. Sonra dört balyalık platformu başka dört balyalıklarla birleştirmişler ve gölün üstünde diple teması olmayan adacıklar oluşturmuşlar. Adacıkların zeminine yine sazlar serip platformu daha da yükseltip su yüzeyinin otuz-kırk santim üstüne çıkarmışlar ve hepsinin üstüne sazdan kulübelerini kurmuşlar. Koca gölün üstüne böyle oluşturulmuş 43 yüzen ada var. Üstünde de toplam 3 bin Ayamara yerlisi yaşıyor.Titikaka gölünün üstünde sahici adalar da var. Büyüklerden birini de ziyaret ettik. Burada ise İnkalar yaşıyor. “İnkalarla Ayamaraları nasıl ayırabiliriz” diye sorduk. Rehber hemen cevapladı:- Kısa ve şişman olanlar Ayamara, kısa ve zayıf olanlar İnka...Bu keyifli ve fakat yedi saat süren “Titikaka turizmi”nin bedeli benim için ağır oldu.Başlangıçta yakındığım şiddetli mide bulantısını, daha şiddetli baş ağrısını, kulak zonklamasını iki katına yükseltin; soluk alıp vermede ciddi zorluğu ise üç ya da dört katına çıkarın...Sonra da “İki saatte sıfır metreden 4 bin metreye çıkarsan olacağı budur işte...” diye kendi kendime söylene söylene yazıya oturdum...Bütün bunları “yazarınızın kıymetini bilin” diye yazıyorum. Bu yükseklikte, bu kafayla, soluk bile alamazken yine de bir yazı çıkarmak herhalde kadir bilir T24 okurlarından alkış toplayacaktır...Zaten bu yazıya bir paragraf daha ekleyemem. Gözkapaklarım kapandı kapanacak... Bu kısa yazı ile idare edin. Ben And Dağları'nın tepelerinde, 4000 metre yüksekte, Puno kasabasının bir otelinde, Titicaca gölüne baka baka uyuyacağım...Yarına allahkerim...