Koronavirüs kapma korkusuyla tüydüğümüz yedi buçuk aylık Marmara Adası sığınağımızdan döndük. Çok tanıdık, az tanıdık herkes ısrarla, hem de vurgulaya vurgulaya "sakın dönmeyin" diyordu.
Sakınmadık ve döndük.
Ada'da hemen her zaman kopuk, çok kısa sürelerle işleyen internetle de İstanbul'da yeniden ve kesintisiz buluştum. Ada'da nasılsa internete bağlanabilince ara sıra okuyabildiğim haber, yorum, analiz, değerlendirme, kulis, siyasal dedikodular da İstanbul'da sağanağa dönüşü tepeme çöktü. Sırılsıklamım ve "aşırı enformasyon"dan yellim yepelek, sersem sepelek oldum.
Siyaset çalkalanıyor. Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın başına getirilen, iki yıl dört ay süreyle ülke ekonomisini yöneten, yani yönetemeyip çökerten Berat Albayrak nam zat 8 Kasım günü istifa etti.
Tamam istifa tuhaftı; Instagram adlı, daha çok fotoğraf paylaşılan bir sosyal medya ortamından duyruldu. 27 saat boyunca istifa ettiği anlaşıldı ama resmen kabul edilmediği için ortalık karıştı. Adam istifasında "Şu, şu şu nedenlerle devam edemeyeceğim, lütfen beni bu görevden affeden" filan dememiş, böyle bir talepte de bulunmamıştı. Ancak Reis'in iletişim başkanı olan "tatara titiri" zat istifayı "Görevden af talebi kabul edilmiştir" gibi gülünç bir cümle ile kamuoyuna açıkladı.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin Hazine ve Maliye Bakanlığı 27 saat süreyle boş kalmıştı. Bu haberi bana teyit ettirmek isteyen bir Alman gazeteci arkadaşım "Bu doğru olabilir mi? " diye sordu. Ben de "Evet oldu bile" diye cevap verdim. O Alman kafası ile ısrar etti:
- Ama Engin bir devlet yönetiminde böyle bir şey olamaz. Mümkün değil bu. Eminsin değil mi?..
Bu inatçı meslektaşı başka bir soru ile göğüsledim:
- Anayasa Mahkemesi bir konuda kesin karar verirse, alt mahkeme buna uymayabilir mi?
Alman kafası hemen cevapladı:
- Olmaz öyle şey?
Darbeyi indirdim, o sustu, sonra da telefonu kapattık:
- Ama oldu bile… Demek ki Türkiye'de bunlar olabiliyormuş…
Peki ABD'deki başkanlık seçiminin artçı sarsıntılarını bile unutup "Berat Albayrak niye istifa etti" diye soran, olup bitenin gerisinde neler yattığını irdeleyen, işi "Berat Albayrak kayınpederiyle konuşmak için Saray'a koştu ama korumalar onu içeri almadılar" kadara indiren kulis haberleri filan bence artık tadını kaçırdı.
Ankara gazetecisi değilim, derin analizler yapabilecek kadar deneyimli bir gazeteci de değilim. Ama bu konuda yazmayan, çizmeyen yorumlamayan galiba meslekte bir ben kaldım. Yazılıp çizilenlere bir ucundan da ben karışmazsam meslek karizmama krem sürülür.
Buyrun…
Bazı "olguları ve olayları" art arda sıralayalım:
Yerel seçimlerde büyük kentleri kaybetmesinden itibaren AKP Reisi Tayyip Erdoğan bey kardeşimiz katıldığı toplantılarda, yerli yersiz, gerekli gereksiz örgütte kan değişiminden, parti içi konumunu kaybedenlerin asla küsmemesi gerektiğinden, AKP'lilik ruhundan filan söz etmeye ve bunu sık sık yinelemeye başladı.
Devam edelim: AKP'nin kuruluş yıllarındaki A takımının hemen hepsi tasfiye edilmişti. Biri hariç: Bülent Arınç. Önce FETÖ üyeliğinden yargılanan ve ilişkisini "Sempatizan düzeyinde" olarak tanımlayan (AKP tepe kadrolarında kim değildi ki) damadı Ekrem Yeter'in "bağımsız" AKP Yargısı (!) tarafından beraat ettirilmesi ilk adımdı. Ardından Arınç'a "iade-i itibar" yapıldı ve Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyeliğine getirildi. Bunun sebebinin Arınç'ın parti içinde "ağabeylik gücü" olduğuna az da olsa değinen meslektaşlarımız oldu.
Devam edelim: 24 Ekim 2020'de yerel seçimde en büyük ve anlamlı yenilgi olan İstanbul'da 22 ilçe başkanı görevden alındı. Resmen açıklanmadı. Ama yalanlanmadı da. Bir partide, hele AKP gibi bir partide, İstanbul gibi bir megakentte ilçe başkanlığı bir sonraki seçimde milletvekilliğine giden yollardan biridir ve görevden alınan ilçe başkanlarının gönlünde yatan genel seçimde milletvekili olma düşlerinin de sona ermesidir. Bunun küskünlüklere, ödlekçe de olsa homurdanmalara yol açmaması olanaksızdır.
O günlerde TL'nin değeri dibe vurmuş, dolar şaha kalkmış, samanı bile ithal etmek zorunda kalmış Türkiye'de "maaşını dolar olarak almayan" yurttaşların homurtuları ayyuka çıkmış, AKP örgütünde de iyice duyulmaya başlamıştı.
Devam edelim: Bülent Arınç bir TV programında açıkça"ekonominin krizde olduğu"nu söyledi ve sözünün arkasında durdu. Dahası Reis'e ekonominin gidişinden derin kaygılar duyan ve siyasal gelecek kaygısına düştükleri için "AKP'den 30-40 milletvekilinin DEVA partisine geçebileceği"ni fısıldadı. Bu fısıltı, kaynağın adını anmadan kimi Ankara gazetecisi meslektaşlarımızca da haberleştirildi.
Devam edelim: Yine aynı günlerde AKP milletvekillerine ekonominin durumu üstüne "sunum" yapan Berat Albayrak'ın toplantısına 290 AKP milletvekilinden sadece 184'ü katıldı ve basına kapalı düzenlenen ve üç saat süren "sunum"da Berat Albayrak'ın çizdiği pembe tabloyu milletvekilleri "yemedi". Hele "Doları istersek düşürürüz ama ilgilenmeyeceğiz" sözleri gizli gülüşmelere, kıkırdaşmalara ve homurdanmalara yolaçtı.
Ardından "Faiz düşerse enflasyon da düşer" gibi serbest piyasa ekonomisinde "seçme zırvalar" listesinde yer alan dahice analizin sadık uygulayacısı, Merkez Bankası Başkanı Murat Uysal bir gecede görevden alınıp yerine "Faiz düşerse enflasyon da düşer" saçmalığını reddettiği bilinen Naci Ağbal getirildi.
Sonra da Hazine ve Maliye'den sorumlu olup "Faizlerle, dolarla ilgili kararları tek başıma ben almadım" dediği ısrarla belirtilen Berat Albayrak Instagram üstünden istifa etti. 27 Saat sonra da "görevden af talebi" kabul edildi; yerine zırvalara değil neoliberal ekonomi politikalarının temel ilkelerine bağlı olduğu söylenen Lütfi Elvan getirildi.
Haydi şunu da sayıp epey uzayan şu "olaylar, olgular sıralamamızı" noktalayalım:
AKP iktidarının starlarındanken "barış süreci" sonrasında yedek kulübesine çekilen, adı hemen hiç anılmayan eski İçişleri bakanı Efkan Ala AKP Genel Başkan yardımcılığına getiriliverdi.
Bütün bunlar kendini mutlak muktedir sayan ve sanan, ilkesiz politikacılığın yani siyasal pragmatizmin starlarından sayılan Tayyip Erdoğan'ın pabucun pahalı olduğunu farkettiği anlamına gelmiyorsa ne anlama geliyor?
Bence AKP Reis'i ekonomiyi (ve hukuku ve dış politikayı) düşürdüğü bataklığın sorumluluğunu başkalarının üstüne yıkarak, yani kurbanlar vererek yakayı sıyırmaya çabalıyor.
Oysa dereyi geçerken at değiştirilmez.
Değiştirmeye kalkanın kendi attan düşer.
Eh, malum attan düşmekte Reis deney sahibidir.