Demirlediği limanda takımını tamamlamak için tayfa arayan kaptana üç arkadaş başvurmuş...
Demirlediği limanda takımını tamamlamak için tayfa arayan kaptana üç arkadaş başvurmuş. Denizden, denizcilikten anlamıyorlarmış. Kaptan “Peki ne gibi marifetiniz var ki tayfa olmak istiyorsunuz öyleyse” diye sormuş. Biri “Ben çok iyi duyarım” demiş. Kaptan meraklanmış, “Duy bakayım, ne duyuyorsun” diye sormuş. Bizimki elini kulağına götürmüş, uzun uzun dinlemiş: - Şu anda, demiş, burdan 800 mil kadar kuzeydeki bir adada bir kara karınca bir buğday tanesini yuvarlayarak götürüyor; onun ayak seslerini duyuyorum. Kaptan bir “ya sabır” çekip ikinciye dönmüş, “Senin ne marifetin var bakalım” demiş. O da “Ben çok iyi görürüm” diye cevaplamış. Kaptan sormuş: “Gör bakalım, ne görüyorsun ?” Bizimki elini gözüne siper edip uzun uzun bakmış ve cevaplamış: - Arkadaşın duyduğu kısmen doğru, demiş. 800 değil 815 mil uzakta. Ayrıca ada değil yarımada. Karınca ama kara değil, kırmızı karınca. Süreklediği de buğday değil, çavdar tanesi... Kaptan patladı patlayacak, üçüncüye dönmüş, “Peki senin marifetin ne” diye sormuş. O, boynunu büküp “Benim marifetim yok kaptan” diye cevap vermiş. - E peki ne yaparsın sen? Bizimki suratını buruşturmuş: - Valla kaptan, ben bir şey yapmam, demiş, sadece bu ikisine canım sıkılır o kadar... * * * Baykal’ın gidişinden sonra ekranlarda yüzünü göremez olduğumuz, Baykal döneminde, genel saymanlık, parti sözcülüğü filan yapan, şimdi partinin hangi kanadında yer aldığını bilemediğim Mustafa Özyürek referandum sonuçlarını değerlendiriyor: “Sandık böyle tecelli etmiştir. Saygı duyacağız”. Eh, demokrasiye inanmış, sonuçlarına saygı duyacağını açıklamış. Bu tutuma, bu sözlere de biz saygı duyarız... Ama devam ediyor: - Bu referandumdan hukuk devletini ortadan kaldıracak, yargıyı bütünüyle iktidarın emrine verecek bir sonuç çıkmıştır... Eee, referandum sonucunun anlamı bu ise böyle bir sonuca nasıl ve niye saygı duyulur? Referandumun sonucunun sahiden hukuk devletini ortadan kaldıracak, yargıyı iktidarın (hangi iktidar olursa olsun) verecek bir sonuç çıkacağından en ufak bir kaygısı, kuşkusu olan, değil saygı duymak, bu gidişe karşı caydırıcı bir direniş örgütlemek için kolları sıvamak zorundadır... Bana gelince... Benim böyle konuşan siyaset erbabına canım sıkılıyor, o kadar... * * * “Aykırı sorular” adlı epey başarılı bir TV tartışma programıyla tanıdığımız ama gazeteciliği bırakıp CHP’de siyaset yapmaya soyunan Enver Aysever, CNN Türk’te referandum sonuçlarını yorumlamakta. “Yetmez ama evet” diyen kesimle ilgili bir soruyu cevaplıyor. Ama ne cevap, ne yorum! - Ben bu arkadaşların bir süre sonra AKP içinde yer alacaklarına eminim. Mesela Ufuk Uras’ın gelecek seçimlerde AKP listesinden milletvektili seçileceğini şimdiden söyleyebilirim... Uzak görüşlü, geleceği önceden kestirebilen bu çiçeği burnunda siyasetçimizi ben de dinledim. Sonra? Sonra hiç. Sadece benim böylelerine canım sıkılıyor o kadar... * * * Bir zamanların sıkı solcusu Mustafa Sönmez dostumuz, referandum öncesi Cumhuriyet’te döktürüyor: - Bu “yetmez ama evetçiler” aslında AKP ile aynı fotoğraf karesi içinde yeralmaya çabalıyorlar... Breh breh breh... Ben “yetmez ama evet” filan demedim. Böyle bir parantez açmaya gerek görmedim. 12 Eylül Anayasasında küçük bile olsa bir kaç çentik açılmasını önemli buldum, bunu kimin önerdiğine filan bakmadan, kestirmeden gittim ve “evet” dedim. Ama tutumlarını açıklarken “Yetmez ama evet” parantezini önemli bulanlar arasında tanıdıklarım var. Mesela, Ege’den kız aldığı için “eniştem” sayılan; evrensel hukuk ölçütleri ile Türkiye hukuk sistemi ve yargı aygıtı arasındaki tutarsızlıkları, uyuşmazlıkları, çelişkileri bıkıp usanmadan gözler önüne seren Baskın Oran’ı iyi tanırım. Mesela, sosyalizmin güncel sorunları üstüne kafa yoran, kafa yorarken kimsenin kafasını gözünü yarmamaya özen gösteren, AKP’nin sınıfsal yapısını ve ideolojik hattını laf ebeliği yapmadan, ezberlenmiş klişelere saplanmadan çözümleyen onlarca makaleye imza atan Ahmet İnsel’i iyi tanırım... “Çatışmalara barışçıl çözüm” üretme üstüne dünya pratiklerini Türkiye’ye taşıyan, Türkiye’ye uygulanabilirlikleri üstüne çok değerli analizler yapan Mithat Sancar’ı iyi tanırım... Sınıf çatışmasını ve çelişkilerini sadece “proletarya – kapitalist” ikilemine indirgemeden mağdurların hakkının korunması ve mağdurların ortak savaşımı hedefi ile zenginleştiren Erol Katırcıoğlu’nu iyi tanırım... Solun kimi kesimlerine musallat olan, katı, acımasız, insani duyguları neredeyse suç sayan “Stalinist ahlak”ın karşısına vicdanla donanmış bir sosyalist ahlâk anlayışını diken Oya Baydar’ı fazla iyi tanırım... Bu arkadaşlarımın “AKP ile aynı fotoğraf karesinde yer almak için çabaladıkları”nı ciddi ciddi yazan biriyle karşılaşınca... Hiç canım... Sadece canım sıkılıyor o kadar...