... Şu anda kendimi yokluyorum ve ruh sağlığımda yolunda gitmeyen “bir şeyler” olduğunu...
Kaç yıllık alışkanlığımı bozdum; salı akşamı bilgisayarı açmadım; Galatasaray – Beypazarı Şekerspor maçını izlemek üzere televizyonun başına çöktüm. Kendi kendime “Demek Galatasaray’ın Beypazarı takımıyla maç yapacağı günleri de görecekmişiz” diye güldüm; maç 11-0 mı biter, 17-0 mı gibisinden tahminler yaptım. Öyle ya tek bir futbolcusunun fiyatı, Beypazarı takımının tümünden fazla olan bir Galatasaray var ortada ve bu maç Ali Sami Yen’e veda maçı... Maç başladı, formadaki sarı-kırmızı olmasa takımları karıştırabilirdim. Beypazarlı delikanlılar karşılarındakinden hiç de aşağı değillerdi ve hatta fazlaları vardı. Nitekim ilk golü de attılar. Zapladım. Göztepe maçı olmadıkça TV’de ya da stadyumda maç seyretmeme kararımı yeniden yürürlüğe soktum. Keşke yapmasaymışım. Esneye esneye de olsa Galatasaray- Beypazarı maçını seyretseymişim. Zaplayıp zıplayınca ilkin NTV’ye düştüm. Mirgün Cabas konuklarını karşısına almış “Hizbullah olayı”nı konuşturuyor. Hazır zaplama-zıplama aşamasındayken komşu kanala bakayım dedim. Ahmet Hakan CNN Türk’te konuklarını (ki sayılarını yine abartmıştı) ekrana dizmiş, “Hizbullah olayı”nı tartıştırıyor. Bir ona bir buna zıplayarak ikisini de neredeyse sonuna kadar seyrettim. Şu anda kendimi yokluyorum ve ruh sağlığımda yolunda gitmeyen “bir şeyler” olduğunu şiddetle hissediyorum. Domuz bağlı ürkünç cinayetlerin, “enseye tek kurşun”, “arkadan gelip kafatasına satır indirme” cinayetlerinin örgütü, o kanlı ve karanlık Hizbullah’tan bir legal siyasi parti, mütedeyyin insanların buluştuğu bir cemaat, hatta neredeyse bir sivil toplum kuruluşundan söz edercesine konuşuluyordu. İş bir ara “Hizbullah, Menzil tarikatından kaç kişiyi öldürdü, Menzil tarikatı Hizbullah’tan kaç kişiyi öldürdü” sorusuna kadar vardı. Menzilciler 22 Hizbullah yandaşını öldürmüş; Mehmet Faraç’ın verdiği bilgiye göre Hizbullah da Menzil tarikatından 144 kişiyi öldürmüş. Ama bu sanki “Hizbullah-Menzil” basketbol maçı 144 - 22 bitti” gibi konuşuluyor. İçim üşüdü. Son dakikaları seyretmedim. * * * 16 yıl geriye döneceğim. Cumhuriyet’teydim. İlhan Selçuk yukarı çağırdı. Gülerek “Seni telef etmeye karar verdim. Batman’a gidiyorsun. Şu faili meçhulleri bir kurcala bakalım” dedi. O günlerde Batman’ın adı bile ürkütücüydü. Kentte bir yıl içinde işlenen “faili meçhul” cinayetler 209’a ulaşmıştı. Batman’a indim. Otele çantamı koydum. Koşuşturmalar duyuldu. Resepsiyondaki delikanlı “Birini daha vurdular besbelli” dedi. Otelden çıktım. Herkesin gitmediği ama baktığı yöne yürüdüm. Demiryolunun kenarında, bir gün önce yağan yağmurdan kalan su birikintilerinden birinin kıyısında bir ceset yatıyordu. Enseden tek kurşun! Ölüme kanıksamış Batmanlı ilkokul öğrencilerinden üçü beşi cesedin çevresinde kümelenmiş, bir kısmı su birikintisine saçılmış beyin parçalarını ayaklarının ucuyla dürterek “Vuran herif a-ha bu yana kaçtı. Silahı aldığı seyyar tantunici de a-ha bu yana” diye ters yönleri gösterip aralarında sohbet ediyorlardı. Batman’daki faili meçhul cinayetlerin sayısı 210’a yükselmişti. * * * Batman’da üç gün kaldım. Korkunun kara bir bulut gibi kentin üstüne çöktüğü günlerdi. İkindi ezanı okunduktan az sonra dükkan kepenkleri hızla iniyor ve Batmanlılar karanlık basmadan evlerine kaçıyorlardı. Üç günümün öyküsü uzun ve bu yazının konusu değil. Yoksa gözlerinin derinliklerine kadar gülen Kürt arkadaşım Habip Kılıç’ın yok edilişini, Silvan girişinde otobüsten indirilen iki yaşlı Kürdün jandarmalarca sille tokat, tekme dipçik indirilip götürülüşünü, DEP milletvekili Mehmet Sincar’ın çarşının göbeğinde Hizbullah marşları uluyan bir kalabalığın gözleri önünde vuruluşunu, Batman’da beni bulup, Diyarbakır’da bir Hizbullah evine götürenlerle yaptığım ilginç ve ürkünç söyleşiyi anlatmak vardı... Geçelim. Ama Batman’da otelin lobisinde DYP Batman İl Başkanı ile yapılan bir sohbeti geçmeyelim... Ya pervasızdı ya zekaca durgun. Ama ulusal medyadan bir gazeteci ile ilk kez karşılaşmış olmalıydı. Sormadan konuşmaya, deşmeden ötmeye başladı. PKK’li Kürtlere Batman’ı nasıl zindan ettiklerini uzun uzun ve ayrıntısıyla ve tabii öğünerek anlattı. Kentte ihtiyaç fazlası seyyar tantunicilerin aslında silah zulalamak için yerleştiğini doğruladı. Sonra sıra Hizbullah’a geldi. Kendisi Hizbullahçı değildi (öyle dedi). Ama Hizbullah ve askeriye kolkola girmiş; kente ve çevrede PKK’li yaşatmıyorlardı. Batman yöresinin güçlü aşireti Habizbin silahlı Hizbullah mililtanlarının kaynağıydı. Tugay’da eğitiliyorlardı. Son dediğine “inanmaz” göründüm. Yuttu. Tarif etti. “Silvan yönüne git. Tugayın eğitim alanlarına bak,göreceksin” dedi. “Hep oradalar işte, dedi. Hemen görürsün...” İki gün sonra Batman’dan ayrılırken baktım ve gördüm... Adam yalan söylemiyordu. O pervasız devam etti. Bu çocuklar orada yetişiyor; işi erbabından öğreniyor, aslan gibi birer rambo oluyorlar. Bizim burada Habizbinliler için Apaçiler denir, biliyor muydun? Boş yere ‘Batman ovası, mücahit yuvası’ denmedi...” Bu görüşme Cumhuriyet’te yayınlandı. Bizimki köpürmüş. “Dava açacağım. Hepsi yalan” dedi. “Konuşma bantlarını dinlemek ister mi” diye haber yolladım. Bir daha sesi soluğu çıkmadı. * * * Salı gecesi, TV tartışmaları “Hizbullah canileri hasıl tahliye edilir” sorusundan çok uzaklara taştı ve Hizbullah neredeyse yasal bir cemaat, salt dini kaygıları olan masum bir topluluk ve demokratik bir ülkede yeri olabilecek bir örgütmüşcesine tartışılmaya başlandı. İçim üşüdü. Bu yazıyı yazarken içim hâlâ üşüyor...