CHP’nin eski genel başkanı Deniz Baykal ile şimdiki genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu buluştular. Baykal, cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP’nin izlemesi gereken yol üstüne Kılıçdaroğlu’na öğüt verdi:
- MHP ile anlaşıp ortak aday çıkarmak lazım…
Bu mantığı tanıyoruz. İlkokulda öğretilen aritmetik üstünden yürüyen bir mantık bu.
Aritmetik malum “sayılar sanatı” demek. Toplama, çıkarma, çarpma, bölme.
CHP’nin oy oranı ne?
İki eksik, bir fazlasıyla yüzde 28.
MHP’nin ne kadar ?
Bir eksik, iki fazlasıyla yüzde 15.
Topla: Yüzde 43.
AKP’nin oyu ne?
İki eksik, bir fazlasıyla yüzde 45.
Tamam işte. Oylar hemen hemen dengelendi.
Eh cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştığında “Bak Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olur ha!.. Ona göre… Tamam mı ? Haydi oylar CHP’ye. Tatava yapma, bas geç” deyip CHP içindeki sahici sosyal demokratlara, solun etkilenebilecek kesimlerine, demokratlara yönelik,CHP’nin geleneksel “Seçim şantajı”na kuvvet verildi mi, yüzde 3-5 de ordan gelir.
CHP dışı ulusalcı kesim ile Ergenekon davalarında çökmüş hukuk sisteminin kurbanı olmuş masumların arasına karışıp yırtmayı deneyen darbecilerin de herhalde yüzde 1 filan oyu vardı.
Cemaat oyları desen, yüzde 2 de olsa zaten çantada keklik.
Oldu bitiiiiii.
CHP ve MHP’nin ortak adayı cumhurbaşkanı seçilir; Recep Tayyip Erdoğan avucunu yalar; dahası mosmor olur; dahanın da dahası partisi içindeki güçlü konumu balon gibi söner; “Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybetmiş bir genel başkanın itibarı ne kadar kalırsa, o kadarla kalır.
Nasıl hesap ama?
Deniz Baykal’a aritmetikten 10 vermeyen öğretmen kesinlikle paralel yapıya paralel yapı (AKP diye de okuyabilirsiniz) yandaşı bir öğretmendir.
* * *
Pekiiiiii…
Baykal aritmetikten 10 alır ama siyasetten kaç alır?
Sorarken siyaset dedim ama potika terimini tercih edeceğim.
Siyaset dilimize Arapça’dan Osmanlıca kanalıyla girdi. Sözcük anlamı “seyis” demek. Yani at terbiyecisi.
Bu hesapça at bizler oluyoruz ve bizi siyasetçiler terbiye edecek.
Teşekkürler ben almayayım.
Politika ise Yunanca’dan geliyor. Kent (polis) yönetimi demek. “Kent devletler” için kullanılıyordu.Yani günümüzde serbest çeviriyle “devlet yönetimi” dense gerek.
Madem sözü siyasal terimlere getirdik, birini daha didikleyelim: Reel politik…
Pek çok siyaset, hatta kalem erbabı “reel politik”i gerçekçi politika olarak kavrıyor ve kullanıyor. Mesela Başbakan Erdoğan birkaç konuşmasında “Biz reel politik ypıyoruz” dedi. Çevresinden kimse düzeltmedi.Ya onlar da bilmiyordu ya da düzeltecek yürekleri yoktu.
Oysa reel politik her türlü ilke ve ahlaki kaygıdan arındırılmış (“yani kirletilmiş” diye de okuyabilirsiniz) siyaset demek. Osmanlıca da “eyyamcı siyaset” denir. Esen rüzgara göre, partisinin, kendisinin, hükümetinin çıkarı neyse ona göre davranmak demek.
Şimdi soruya yeniden dönelim:
Baykal aritmetikten 10 alır ama siyasetten kaç alır?
Siyasal hayatına Ecevit’in CHP’yi “ortanın solu”na taşımak için kolları sıvadığı ekibin içinde başlamış; orada parlamış, ünlenmiş bir siyasetçiden söz ediyoruz. Sonra ortanın soluna mı, Ecevit’in şahsına mı muhaliftir bilinmez ama CHP içinde “Baykalcılar” diye bir hizip kurmuş; Ecevit “Türkiye’de işçi sınıfı güçsüz, biz sosyal demokrat değil demokratik sol’uz” hikmetini ortaya atıktan sonra CHP’nin dümenine geçmiş; CHP’yi barajın altına düşürüp parlamento dışı bırakmayı başarmış; ama küllerinden doğup yeniden genel başkan olmuş; 1300 yıllarının bir Anadolu Ahi önderinden; Şeyh Edebali’dan ödünç alınmış öğütler üstüne “Anadolu solu” diye bir teori (teori?) üretmiş; tutmayınca çabucak vazgeçmiş ve CHP’ye “sosyal demokrat soslu, milliyetçi damarı güçlü bir merkez sağ parti” kimliği kazandırıp reel politikte ustalık mertebesine erişmiş bir siyasetçiden söz ediyoruz…
Belden aşağı vuran iğrenç bir komplo ile siyasetten uzaklaştırılmış ve “siyasal bir ceset” olduğu sanılırken şimdilerde yeniden küllerinden doğma çabasındaki bir politikacıdan…
İnce delege hesaplarını iyi biliyor. (Aritmetikten 10 demiştik değil mi?) Reel politikte de çok usta. Ondan sonrası ise umurunda değil.
Mesela 28 gram CHP,15 gram MHP, 5 gram sosyal demokrat, 2 gram Cemaat, 1 gram CHP dışı ulusalcıyla ortaya çıkacak aşureyi siyaset kazanında kaynatıp bize “Yiyin” diyebiliyor.
Ben yemem…
Siz yer misiniz?
* * *
Türkiye’de demokrasiye inanan, özgürlükleri savunan, eşit haklı yurttaşlığı ülkenin olmazsa olmazları arasında birinci sıraya yerleştiren, yurttaşları dinsel, cinsel ve etnik kökenleri üstünden değerlendirmeyenlerin önüne konan bu seçenek sahiden bir seçenek midir?
Yukarıda ölçülerini verdiğim aşure kazanından çıkacak (çıkabilecek) olanla Tayyip Erdoğan arasında birini ötekine tercih edebileceğimiz ne gibi fark olabilir?
Bir daha: Ben o aşureden bir kaşık bile yemem.
Umarım siz de yemezsiniz…