Hukuk dilinde "iddianame", savcının yürütülen bir soruşturma sonunda "şüpheli"nin suçlu olduğu kanısına vardığı takdirde mahkemeye şüphelinin cezalandırılması talebiyle sunduğu yazılı belgeye denir. Şüpheli de artık "sanık"a dönüşür.
Adı üstünde iddianame. Yani savcı iddia eder. Sanık da iddiayı çürütmeye çalışır.
Yargıç(lar) karşısında savcı ve sanık eşit konumdadır. Sonunda yargıç(lar) hüküm keser: Beraat ya da ceza…
Bilenleriniz var. Epey sanık oldum. "Kıdemli sanık" deseniz yanlış olmaz. Hatta "müebbed" avukatlarımdan Fikret İlkiz beni "profesyonel sanık" olarak tanıtıp "mübalâa sanatı"na katkıda bulunmuştu.
İyi savcılar tanıdım. Görevinin birilerini cezalandırmak değil "adalet"i ete kemiğe büründürmek olduğunu kavramış, mesleki donanımı güçlü savcılar. Meselâ basın savcısı Cezmi beyi bugün bile anımsayıp saygıyla anıyorum. İddianamelerini çürütmek için çok ter döktüm ve başarısız kaldığım iddianameler oldu.
Çürütmekte başarılı olduğum (daha doğrusu avukatlarımın başarılı olduğu) davalarda da duruşma çıkışı hiç komplekse kapılmadan "İyi savundun kendini. Beni ikna etmedin. Yazı da bal gibi komünizm propagandası vardı. Kanunda tanımlanan suç tam olarak oluşmuştu. Ama mahkeme heyetini ikna ettin" demekten çekinmezdi. Sahici bir hukuk insanıydı. Kendini devlet memuru değil, hukukçu olarak gören, soy bir hukukçu gibi davranan bir savcıydı…
Cezmi bey tek değildi. Sahiden iyi savcılar tanıdım.
Tabii stajyer savcılar da tanıdım. Onların yetişmesinde, deneyim kazanmasında, ciddiye alınır iddianameler tanzim etmelerinde benim ve duayenimiz Doğan Özgüden ağabeyimiz ve Alpay Kabacalı ve Osman Saffet Arolat gibi öteki kıdemli sanıkların epey katkısı oldu.
Şimdi daha henüz 80 yaşında olmama rağmen sanki yaşlı bir dedeymişim gibi "Benim zamanımda ne savcılar vardı. Şimdikilere ben savcı mı derim" dediğimi düşünenleriniz olacak.
Olsun.
Yine de söyleyeceğim. AKP iktidarında, AKP yargısında iyi savcıya denk gelmek artık şansa kaldı; öylesini bulmak karaborsaya düştü.
Cumhuriyet gazetesi operasyonunda sabahın köründe evlerimizi basan polislerce Cumhuriyet Vakfı yöneticileri, yayın yönetmeni ile birlikte gözaltına alındığımızı hatırlarsınız.
Kendisi FETÖ sanığı olan bir savcı anlaşılan günahlarını iktidara bağışlatmak için bir iddianame hazırlayıp mahkemenin önüne koydu.
Sanık olarak okuduk. Kendi payıma gülsem mi, ayıp kelimeler içeren cümleler mi kursam bilemedim.
Bir örnek. Sadece o saçmalıklar dizisinden bir örnek:
Bir Tırmık'ın başlığı "Cihanda sulh, peki yurtta ne?" idi. Gerçekten o sırada ülke dışında, Suriye dahil hiçbir ülkenin toprağında askerlerimiz yoktu, savaş hâli ya da savaşa yol açabilecek bir dış politika hamlesi söz konusu değildi. Ama Kürt illerinde bir yandan PKK bir yanda polisin PÖH'ü ve jandarmanın JÖH'ü fena halde kapışmışlardı ve siviller için hayat cehenneme dönmüştü. Yani "Cihanda sulh" vardı da "Yurtta sulh"ün yerinde yeller esiyordu.
O Tırmık'ın yayımlanmasından bir hafta kadar sonra Gülen cemaatının ordudaki adamları ile TSK'da hâlâ darbe düşleri kuranlar 15 Tammuz akşamı darbecilik tarihinde acemilik ötesi, salaklık düzeyinde bir darbe girişiminde bulundular.
FETÖ sanığı savcının iddianamesinde benim Tırmık "15 Temmuz darbe girişimi"ni önceden bildiğim, darbecilerle işbirliği içinde olduğumun kanıtı olarak yer aldı.
Mantıklı bir iddianameyi çürütebilirsiniz. Ama bir zırvayı çürütmek zor, bazan olanaksızdır.
Nitekim öyle oldu. AKP'nin "hukuktan bağımsız" yargısı beni 7, 5 yıl hapse mahkûm etti.
Yakın, hatta uzak çevreme "Bu kadar saçma, bu kadar ayıp bir iddianame görmedim" dediğim çok oldu. Hatta galiba bu konuda birkaç Tırmık da yazdım…
Acele etmişim.
Meğer AKP yargısının savcıları çıtayı daha da yükselteceklermiş.
Nitekim yükselttiler de.
Dokunulmazlıklarının kaldırılmasını gerektirecek suçlar işledikleri iddiasıyla haklarında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından fezleke düzenlenen HDP'li milletvekilleri ile ilgili fezlekelere göz atma olanağı buldum.
Gerçekten Cumhuriyet gazetesi iddianamesi ya da Osman Kavala iddianamesi ya da Ahmet Altan iddianamesi ya da Selahattin Demirtaş iddianamesi ya da Figen Yüksekdağ iddianamesi bu fezlekelerde, savcıların kaleme aldıkları suç kanıtlarına bakılırsa neredeyse ciddiye alınacak metinler.
İnanmanız için TBMM'de yakında görüşülecek olan fezlekelerden cımbızladığım iki örnek vereceğim. Ötesini sizin tahmin edebileceğiniz iki örnek:
"Propaganda yok ama potansiyel içeriyor. Her an propaganda yapabilir." Evet fezlekede aynen bu suçlama var. Kanıt bu. Bu bir şaka değil. Yani savcı diyor ki; "Bu konuşmada propaganda yok ama her an propaganda yapma potansiyeli içeriyor"…
Savcı HDP milletvekilinin kafasının içini okuyor ve suç kanıtı olarak bunu gösteriyor.
Ben sanık olam pes ederdim.
Haydi bir örnek daha. HDP İzmir Milletvekili Serpil Kemalbay'la ilgili fezlekede, HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan'ın Ekim 2018'de Diyarbakır'ın Sur ilçesinde yaptığı konuşma esnasında Serpil Kemalbay'ın "tepkisiz kaldığı" belirtiliyor. Fezlekeyi yazan savcı bu tepkisizliği "örgüt propagandası" olarak değerlendirmiş…
Bunları okuduktan sonra tek bir sorudan ibaret bir Tırmık yazmayı düşündüm.
"Bu fezlekelerde imzası bulunan savcıların sahiden hukuk fakültesi diplomaları var mıdır?" diye soracaktım.
Sonra korktum. Öyle yazmadım Sadece olup biteni okurlarla paylaşmayı yeğledim.
İyi ettim; akıllı ve tedbirli davrandım sanıyorum...