... Önceki gecede başlayan tartışmalar siyaset sahnesinde, TV ekranlarında, gazete...
Konu belli (Başka ne olabilir ki?): Yüksek Seçim Kurulu’nun Kürt adayların yedisini seçim dışı! Önceki gecede başlayan tartışmalar siyaset sahnesinde, TV ekranlarında, gazete köşelerinde olanca ateşi ile sürüyor ve daha süreceği besbelli. Yani söylenecek sözler söylendi; mümkün olan her türlü çözüm önerildi. Eksik olan: Somut adım atılması, yani eylem... Şu belli: Sorunu devletin üç bileşeninden biri çözecek. Birincisi yasama erki. Yani Türkiye Büyük Millet Meclisi. Meclis toplanır ve düzeltir. CHP bu konuda somut bir adımın sinyalini verdi. Ama bu yazı yazılana kadar henüz adım atmadı. Topu AKP’ye atmaya gerek yok. Meclis içtüzüğüne göre 110 milletvekilinin imzasıyla Meclis olağanüstü toplantıya çağırılabiliyor. CHP ile BDP milletvekillerinin sayısı ise 110’u rahat rahat geçiyor. Bu çağrıya AKP yanaşmazsa, hem de AKP’li Meclis Başkanının açık yürekle “Bu olay demokratik vicdana sığmaz” demesine rağmen yanaşmazsa Genel Başkanından dümen neferine kadar hiçbiri “demokrasi” sözcüğünü ağzına alamaz hale gelir. İkincisi yürütme erki. Yani AKP Hükümeti. Bakanlar Kurulu Meclisi toplantıya çağırması için Cumhurbaşkanı’na başvurur. O da yasa gereği bu çağrıya uyar Meclisi toplar. Meclis toplanır ve düzeltir. Yani sınanan, demokrasi sınavına giren AKP’dir ve bu sınavda şifre mifre yok. Harbi bir sınav... Göreceğiz... * * * Gelelim devletin üçüncü bileşenine: Yargı erkine... Yüksek Seçim Kurulu da devletin “yüksek yargı” diye anılan kurumlarından biri. Oluşumunu, üyelerini belirleyen Yargıtay ve Danıştay. Yani acemi yargıçlardan değil, mesleklerinde ve alanlarında seçkin bir konuma yükselmiş, deneyimli, kural olarak birer “hukuk bilgesi” olmaları gereken – en azından beklenen- yargıçlardan oluşuyor. Bir karar verdiler. Bu karar yasalara milimi milimine uygun mu? Tartışmalı. Ama diyelim ki uygun. Yasalar tam olarak uygulanmış. Peki yargıdan, hele hele yüksek yargıdan beklenen, ona uluslararası hukuk ilkelerinin yüklediği sorumluluk bu mudur? Bundan mı ibarettir? Öyle olsaydı ve bundan ibaret olsaydı bu kadar yüksek yargıca, hukuk bilgesine ne gerek vardı? Okuması yazması kuvvetli birilerinin eline ilgili yasa maddelerini tutuşturursun. Bakarlar. Adayın nitelikleri, dünü, bugünü yürürlükteki yasalara uyuyor mu? İyi, gel gir seçime. Uymuyor mu? Git, sen seçilemezsin. Olur biter... Ama bu arada hukuk ve adalet de gürültüye gider. Tıpkı bugün olduğu gibi... * * * Biraz hukuk yaladım. Üstüne çok kıdemli basın sanıklığından birikmiş deneyimlerim, gözlemlerim var. Yani bu alanda iki çift edebilirim (sanıyorum). Eğer bir yasa ve onun maddeleri toplumun vicdanını kanatıyorsa, hukukun temel ilkelerini zedeliyorsa, adaletin gerçekleşmesine hizmet etmiyorsa onları yok saymak, bilemedin değiştirmek, olmadı yeniden yorumlamak, çağdaşlaştırmak, sadece parlamentoların değil yüksek yargı organlarının da görevidir. Yüksek yargının ödevi sadece alt mahkemelerden gelen kararları denetlemek değil. Olamaz da. Ödevlerinin belki de en önemlisi, can alıcısı yasalarla hukuk ve ille de adalet zedeleniyorsa, adaletin sadece adaletin yanında saf tutup, yasaları yeniden yorumlamaktır. Yüksek Seçim Kurulu’nun aldığı son kararı bir de bu açıdan gözden geçirsek ne sonuca varırız. Ben yukarıdan beri yazdıklarımla vardığım sonucu zaten belli ettim. Peki siz ne diyorsunuz?