Tutsaklığının (tutukluluğunun değil tutsaklığının) bininci gününde yazılar yazıldı; profesyonel kalitede hazırlanmış bir video sosyal medyada yaygın dolaştı; Osman Kavala'ya yönelmiş ahlâksız saldırı (haksız değil ahlâksız) ülkede ve Avrupa'da kıyasıya eleştirildi, kınandı. Osman Kavala'nın Silivri'deki "bininci günü" üstüne yayımlanan yazıların altına değerli, bilişli, buluşlu ve yürekli yorumlar yazıldı.
Her demokrasi, hukuk ve insan hakkı savunusunun karşısına dikilen lağım faresinden beter Aktroller bu kez seslerini çıkarmamayı, lağım kokan ağızlarını kapatmayı yeğlediler.
Peki sonra?
Yazılar yazıldı, yorumlar döşendi, söylenecek söylendi ve…
…Ve bitti mi?
Osman Kavala bu sabah mapus damında binbirinci güne başladı. Yine yalnız, yine yapayalnız, yine tek başına, yine dimdik…
Bundan sonra iki binbirinci günde mi yeniden yazılacak, videolar yapılacak, sosyal medyada yine bir Osman Kavala rüzgarı mı esecek?
Yoksa o kadar beklenmeyecek mi? 1100'üncü günde ya da 1200'üncü günde ya da 1500'üncü günde mi kollar sıvanacak?
Peki o güne kadar daha kaç Osman Kavala bir "yurdum hapishanesi"nde volta atmaya başlayacak bilen var mı?
Belki bu satırları okuyan "sen" o voltayı atacak olansın?
Öyleyse her gün… Evet her gün, her an…
Yazarsan yazdığın yazıda, sosyal medyada aktifsen orada, kendine siyaset alanında görev biçtiysen orada, yurttaş olmanın sorumluluğuyla donanmışsan, tembel, duyarsız, ödlek yurttaş olunamayacağının bilinciyle yazdığında, dediğinde, söylediğinde Osman Kavala aynasında yansıyan saldırganlığa itirazın dillenmeli.
Öyleyse her gün, evet her gün, her an…
Yazdığın yazı, yükselttiğin ses, haykırdığın itiraz Selahattin Demirtaş'a, Ahmet Altan'a, Selçuk Kozağaçlı'ya, Gültan Kışanak'a, Selçuk Mızraklı'ya, Abdullah Zeydan'a, adlarını buraya sığdıramayacağım Türk ve Kürt gazetecilere "Yalnız değilsin. Ben senin yanındayım ve senin sesinim" desin…
Bunu hep desin. Her gün inatla bu ses, senin "itiraz sesin" yedi iklim dört bucakta yankılansın.
Ta ki…
Evet, ta ki Osman Kavala yeniden sivil toplumun yorulmaz sesi olana, Selahattin Demirtaş sesini Edirne mapus damından değil ülkenin alanlarından yükseltene, Ahmet Altan daracık bir hapishane hücresinde değil evinin sakin bir odasında yeni bir romanda yine bir sözcük büyücüsü olana, Selçuk Mızraklı yeniden Diyarbakır'ı yönetmeye başlayana, Selçuk Kozağaçlı sırtında avukat cüppesiyle yeniden mahkeme salonlarında adalet arayanların gür sesi olana, Gültan Kışanak ve Kandıra hapishanesindeki kadın ve erkek Kürt siyasetçiler yeniden Meclis'te doğru bildiklerini korkusuzca dillendirene, çoğu çok genç Türk ve Kürt gazeteciler yeniden haber peşinde durup dinlenmeden koşmaya başlayana kadar…
Ta ki…