"Tarihten bir yaprak" gibi, ama aslında tam da bugünün meslek dersi.
İçimden "mavra" demek gelmiyor. Ama bugün cumartesi, Tırmık'ta mavra günü. Varsın bu yazıya da mavra diyelim…
12 Mart faşizminin sonrasıydı. Adına darbe demeden darbe yapmış taş kafalı generaller 1961 Anayasasının içine edip, kendi anayasalarını halkoyundan geçirdikten ayrıca terörü bastırıyoruz sahtekârlığı ile Kızıldere'de THKP-C ve Nurhak'ta THKO lider kadrosunu, sabırla bekleyip canlı yakalayabilecekleri halde yok etmeyi tercih ettiler. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan'ı darbecilerin buyruklarına yasal kılıf bulmakla görevli bir askeri mahkemede göstermelik bir yargılama sürecinin ardından gözlerini kırpmadan idam ettiler
Artık "demokrasi"ye dönülebilirdi. Tabii buradaki "demokrasi" terimini "vesayet demokrasisi" diye okumak ve kavramakta yarar var.
Nitekim demokrasiye dönüleceği ilân edilmişti ama ordunun tepelerinin bir koşulu vardı: Süresi dolan Cumhurbaşkanı yerine yine bir general, Genel Kurmay Başkanı Faruk Gürler geçecekti.
1973 yılına böyle girildi. 13 Mart'ta Meclis'te cumhurbaşkanı seçimi yapılacaktı. General Gürler kısa süre önce istifa etmiş, apar topar senatör ilan edilmiş böylece -güya- sivil siyasetçi olmuştu.
Siyaset iyiden iyiye ısınmıştı…
Yeni Ortam'daydım. Herhalde adam kıtlığından yazı işleri müdürü olmuştum. (O zamanlar "Genel Yayın Yönetmeni" denen o saçma makam pek yaygın değildi.)
Ankara bürosunun başında Mustafa Ekmekçi ağabeyim vardı.
Yazar takımı için dönemin "A takımı" desem abartı olmaz. Ankara'da Uğur Mumcu, Mustafa Ekmekçi, Mümtaz Soysal, İlhami Soysal. İstanbul'da Oya Baydar, Emil Galip Sandalcı, Mehmet Ali Aybar.
(Vay be!.. Sahiden A takımı imiş…)
13 Mart'ta Meclis'te cumhurbaşkanı seçimi vardı.
Meslek ustalarımızdan, İstanbul dağıtım ağanın kurdu Fuat Büte ağabeyim gazeteye uğradı. Kahve içip mavra yapıyoruz (Bu kez mavra deyimi Fuat abiden gelmişti).
- Ne var ne yok tıfıl müdür?
- Ne olsun abi. Varsa yoksa yarınki cumhurbaşkanı seçimi var. Faruk Gürler kesin gibi.
- Nasıl kesin oluyormuş o?
- Abi sabahtan Ekmekçi ile sonra Uğur Mumcu, sonra da İlhami Soysal ile defalarca konuştum. Generallerin tümü "Tamam" demişler. Yani kesin…
- Nesi kesin lan bunun? Meclis'te generaller mi oy verecek ? Demirel'in, Ecevit'in, Bozbeyli'nin tayfaları seyirci localarında mı oturacak?
- Valla öyle diyor Ankara…
Fuat Büte dudaklarını büzdü, gözlerini devirdi, parmağını burnuma sokarcasına konuştu:
- Gazeteci ol oğlum, gazeteci ol. Allah bir deseler, bir dur, "Ulan sahiden bir mi" diye bir sor. Anladın mı?
Fuat Büte kahvesini bitirdi gitti. Akşam üstüne doğru Mustafa Ekmekçi ile günün kim bilir kaçıncı konuşması için telefon başındaydık. Ertesi gün yayınlanacak gazetenin son hazırlıklarını yapıyoruz. Akşam başlarken taşra baskısı için matbaaya yollayacağız.
Ekmekçi o ünlü gevrek kahkahaları eşliğinde konuştu:
- Bugün sana bir kıyak yapayım. İşini hafifleteceğim. Manşeti tasarladım. "Bu akşamüstü yeni Cumhurbaşkanı Faruk Gürler" diyelim. Başka gazeteler bu kadar atak davranamazlar. Nasıl, iyi fikir değil mi?
Duraksadım.
- Kesin mi ağabey?
- Tabii kesin oğlum. Paşalardan bir kere daha teyit aldım. Elbette kesin.
Bu defa duraksamadım:
- Abi, paşalar mı oy verecek, milletvekilleri mi? Teyidi paşalardan mı alacağız?
Telefonun öbün ucunda okkalı bir sessizlik oldu. Neden sonra benim aslan ağabeyim konuştu:
- Haklısın lan. Yuf olsun bana. Bundan böyle biri sana tıfıl müdür derse tokadı ensesinde şaklatacağım. Boynuz kulağı geçti, ben de bunu hakettim be…
Eh bu cümleden sonra "Abi o lafı biraz önce Fuat Büte ağabeyim söyledi. Ben sadece…" filan demedim. Ustam ve ağabeyim Ekmekçi beni tıfıl müdürlükten müdürlüğe terfi ettirmiş. Ben de pişkinliğe vurdum…
Sonra mı?
Sonrası, ertesi gün TBMM şanlı bir gün yaşadı. Locaları dolduran omuzu kalabalıkların gözleri önünde oylama yapıldı ve Faruk Gürler yeterli oyun çok gerisinde kaldı, nal topladı. Böylece "Ordu kimi isterse cumhurbaşkanı o olur" önkabulu çöp sepetine atıldı.
Bu mavra da burada bitti.
Ama yazı burada bitmedi.
Bu hafta size bir armağanım var.
"Nedir o" diye sormayın. Armağan aldığınızda verene böyle soru sormuyor, armağan pakedini açıyorsunuz değil mi?
Tamam, işte yine öyle yapın. Ama önce bilgisayarınızın ya da cep telefonunuzun sesini ayarlayın. Gümbür gümbür duyacak hale gelin. Sonra aşağıdaki linki tıklayın. Sonra arkanıza yaslanıp açılan harikulade videoyu keyifle seyredin.
Daha önce seyretmiş az kişiden biriyseniz, dert değil. Bir daha seyredin. Değer. Hem de fazlasıyla değer.
Sonunda bana değil Ümit Kıvanç'a teşekkür edin. Ümit Kıvanç çok yoğun emek içeren, seçkin bir mizahın eşlik ettiği çok değerli video-filmler yapar ama huysuz olduğundan huysuzluğunu kendisine de uygulayıp ürününü tanıtmayı ihmal eder ya da beceremez.
O iş bana düştü ve çok iyi ettim.
Hadi buyrun: