“Yaz” diyen avuçlarımı kaşımaktan; “Gel, otur şuraya” diye fısıldayan bilgisayara kulaklarımı tıkamaktan helâk oldum... Nasıl olmam. Ortalık radyasyondan geçilmiyor, bütün dünya Japonya’dan yayılabilecek ölüm bulutlarını gözlüyor, çaresiz bekleşiyorken ülkemizin namlı kravatlı mollalarından Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız fetva verdi: “Nükleer santralden geri dönüş yoktur. Santral sanayi açısından Türkiye'ye sınıf atlatacaktır!..” Gel de tırmıklama!..
Başbakan, bakanından aşağı kalır mı? Rusya gezisine çıkarken ayaküstü bir fetva da o verdi. “Her yatırımın ‘rizki’ olur. O zaman evlere tüp gaz da almayın”. Rusya’ya gitti. Nükleer reaktör pazarlığını bağladı, reaktörü sipariş etti, karşılığında Rusya’ya vizesiz giriş hakkı aldı (Ne kârlı alışveriş ama!). Ardından fetvasına ek yaptı: “Bizim nükleer santral çok güvenli olacak. Medyedev söz verdi.” İzinde olmasan da tırmıklamaya başlasan nereden başlarsın? “Ona ‘rizk’ değil ‘risk’ denir” diye Türkçe mi öğretsen; “Tüpgazdan radyosyon yayılmaz, kanser tehlikesi yoktur, bilmiyor muydunuz” diye mi sorsan; Nükleer reaktörü bize satacak olanın da Medyedev olduğunu hatırlatıp “Siz bezirgan gelenekten geliyorsunuz sayın Başbakan, hiç ‘yoğurdum ekşi’ diyen bezirgan gördünüz mü” diye laf mı tıkıştırsan... Yani gel de tırmıklama... Nükleer reaktörü geçip, nükleer bomba benzeri İklim Bayraktar maceralarına göz atmaya kalktım. Adı Akit mi, Vakit mi, Nakit mi olduğunu artık kestiremediğim gazete, İklim Bayraktar adlı “derin sorunlu ve derin ilişkili” kadıncağızın savcılıkta yumurtladıklarından oluşan ifade tutanaklarını, güya “internete düşmüş ses kaydı” gibi bize yutturmaya çabalamakta. CHP’yi bir kez daha allak bullak edecek anlamlı bir kanıt bulmuş gibi önümüze sürüyor. Ortada ses kaydı yok. Varmış gibi önümüze konmuş bir metin var. Bu kadar aptal olduğumuzu mu düşünüyorlar? Hele o Baykal’a ait sözler. İlkokuldan sonra okul yüzü görmemiş, bir kadının elini henüz tutmamış yoksul ve serkeş ve ezik bir varoş çocuğu bile daha düzgün bir Türkçe ile asılır bir kadına... Akit yahut Vakit yahut Nakit o sözlerin Baykal’a ait olduğuna inanmamızı istiyor. Tamam siyasal çizgisinin tam da karşısındayım ama siyasal mücadelenin bu kadar ahlâk dışına itildiği bir ortamda Baykal’a omuz vermek de boynumuzun ve namusumuzun borcu olsa gerek. Akit yahut Vakit yahut Nakit ise... Gel de tırmıklama!.. Ve Kılıçdaroğlu’nun AKP kalesinin “çatalına taktığı” top: Bedelli askerlik. “Aman AKP’ye zarar gelmesin” hesabıyla yatıp kalkanların bile en azından susmak zorunda kaldıkları bir şut oldu. “Seçime iki ay kala bu ne böyle” diye homurdananlar; “Bunlar seçmen kandırmak için ucuz manevralar” diye dudak bükenler var ama, top bir kere AKP kalesinin çatalına asıldı. Ne yani, seçime iki ay kalınca Meclis yasa çıkarmaz diye bir kural mı var? Ayrıca top kale çizgisini geçtiyse, ofsayt yoksa, faul yoksa kale AKP kalesi diye o gol sayılmayacak mı? Yani gel de tırmıklama... Bedelli golü tribünleri ayağa kaldırdı ve o gürültüden CHP’nin Sencer Ayata başkanlığındaki Bilim, Yönetim ve Kültür Platformu adı verilen kurulunun açıkladığı “Demokratikleşme programı” gözden kaçtı; medyada cılız bir kaç yazı dışında yer bile bulamadı. Gerçi T24’de Doğan Akın “analitik haber” formatında iki yazı ile konuyu didikledi ama, medyanın bütün görevini tek başına T24 taşıyamaz ki!.. CHP’nin bu yeni programı önemli. Dahası o programı kotaran ekibin, CHP yönetimindeki ağırlığı da önemli... Dahanın dahası demokratikleşme programa ile ipuçları beliren idelolojik çizgi ile Baykal döneminden kalma parti kodamanlarının savuna geldiği ideolojik çizgi arasındaki epey açık makas daha da önemli. “Dahanın da dahasının dahası” için yer bitti. Yarına kalsın...