Bir süre yazmayacaktım. Nitekim yazmadım da. Gel gör ki…
Gel gör ki öyle günlerden geçiyoruz ki yazmamak meslek suçu olur. Olup bitenler çok yakıcı, çok acıtıcı iken yazmamak, adeta tribünde oturup seyretmek bizim mesleğin alfabesinde suçtur. Hele bencileyin, elinden yazmaktan başka iş gelmeyen, başka bir iş bilmeyenin için ağır suç.
Susmanın suça ortak olmak anlamına geldiği günlerdeyiz…
Sorun, artık "Tek adam rejimi var… Parlamento yeniden işlev kazanmalı… Yargı bağımsız olmalı…" gibi aşınmış yakınıların çok, ama çok ötesine ulaştı.
İçeride işsizlik ve yoksuluğun katlanılmaz, boyutlara ulaştığı, dışarıda ölümcül bir felakete hızla yol alan bir "fetih çılgınlığı"nın her gün bir adım daha tırmandığı günler yaşıyoruz.
Ülkenin iki kampa bölündüğünden yakınmanın da pek anlamı kalmadı. Artık "Bizden olmayan düşmanımızdır. Düşman ezilmeli, hapsedilmeli, susturulmalı, yok edilmelidir" zihniyeti dizginlenemez boyutlara tepemize çöktü.
Bu koşullarda yazarken, konuşurken mizaha sığınmak artık yakışıksız. Oysa ne güzel mizah yapılır, ne kadar keyifli dalga geçilirdi.
Buyrun, iki üç gündür ekranlarda bitip tükenmek bilmeyen bir "parti-devlet propagandası"ndan birkaç cümle. Devletin en tepesine kurulmuş AKP Başkanı bir otoyol açılış törenininde kostak kostak konuştu:
"…Biz Libya’da (…) yönetici kahraman askerlerimiz ve Suriye Milli Ordusu'ndan ekiplerimizle oradayız. Birkaç tane şehidimiz var. Ama birkaç tane şehidimizin karşılığında 100'e yakın o lejyonerlerden etkisiz hale getirdik. Şehitler tepesi boş kalmayacak…"
Neresinden tutalım bu yürekler acısı mantığın?
Sormayalım mı:
"Yönetici kahraman askerlerimiz" ne demektir. Libya’da neyi yönetiyor bu "kahraman yönetici" askerler? Bu "kahraman askerler" ne demeye Afrika’nın kuzeyinde petrol zengini, iç savaş vurgunu bir ülkedeler?
Sormayalım mı:
"Suriye milli ordusu" denen çapulcu, cihatçı takımı nereden "bizim ekibimiz" oluyor?
Yoksa "bizim" derken "şahsımın ekibi" mi denmek istendi?
Söylemeyelim mi:
"Birkaç tane şehit" demek, o çok hayran olduğunuz Osmanlı'dan bugüne edep dışı sayılır. İnsanlar ve öteki canlılar "tane" ile ölçülmez. Hele ölüme yollanmış gencecik insanlardan "üç beş tane armut, beş altı tane kestane" der gibi söz edilmez.
Ayıptır. Ayıp ötesidir.
"…Birkaç tane şehidimiz var. Ama birkaç tane şehidimizin karşılığında 100'e yakın o lejyonerlerden etkisiz hale getirdik…" diyebilene, bununla acılı yürekleri aklınca teselli etmek isteyene sorarlar:
- Şehit başına kaç lejyoner öldürürseniz acılar diner, öfkeler yatışır? Bu hesabı hangi vicdan terazisi ile tarttınız?
Hele "Şehitler tepesi boş kalmaz" gibi bir cümle kurabilmek için ya ağızdan çıkanı kulak duymuyordur ya da vicdan kömür karasına dönmüştür…
Şehitler tepesi boş kalmıyorsa bu sayenizdedir ve bununla övünülmez; tersine utanılır. Nitekim Libya’da ölen albaydan "şehit töreni" esirgenerek, cenazesinin gizli kapaklı toprağa verilmesi kanıttır.
Artık mizaha başvurup "Bu cümleleri bir tane siyasetçi söyledi" demek bile yakışıksız ve saygısız olur.
Bu günlerde mizahın canı cehenneme…
Bir süre yazmadıktan sonra bir "Tırmık" yazmak zor. Öfkenize yenik düşebilir, ölçüyü kaçırıp kendinizin ve T24’ün başını belaya sokabilirsiniz. Kendimin başının belaya girmesine alışığım ama T24’ün kılına zarar gelmemeli. Haber doğruysa, duraksamadan yayımlayan şunun şurasında kaç medya kuruluşu kaldı?
"Bir tane siyasetçi"nin bir cümlesini daha aktardıktan sonra bu Tırmık’a burada nokta konsun.
"Türkiye'nin Suriye ve Libya politikaları ne bir maceradır ne de keyfekeder bir tercihtir; ülke ve millet olarak yeni bir istiklal mücadelesi verdiğimizi söylüyoruz".
Evet "bir tane siyasetçi" böyle söylüyor. Suriye ve Libya’da istiklâl mücadelesi veriyormuşuz.
Hepimizi salak sandığı için bunu böyle söylüyor. Haberimiz olsun ve milli hislerimiz şaha kalksın, ellerimiz alkış tutsun, yüreğimiz sevinç ve övünçle kabarsın istiyor.
Dedim ya bizi salak sanıyor…