Günlerdir Ahmet Şık’ın hazırladığı – ve tutuklandığı için bitiremediği- “İmamın Ordusu” adlı kitap...
Günlerdir Ahmet Şık’ın hazırladığı – ve tutuklandığı için bitiremediği- “İmamın Ordusu” adlı kitap konuşuluyor. Ekranlarda, gazete sayfalarında kitabın Ergenekon’un talimatıyla hazırlandığı, Ahmet Şık’ın yönlendirildiği iddiaları kol geziyor. İddialar kanıt ister. İşte zurnanın zırt dediği yer de burası. Şu ya da bu nedenle kitabın yayınlanmasından paniğe kapılanlar kendilerince kanıtlar (kanıtlar?), akıl yürütmeler ileri sürüyorlar ve şu ana kadar ortayla atılanlar için söylenecek tek söz: Yürekler acısı... Ama Ahmet Şık’ı Ergenekon yardakçısı gösteren iddialara dün Star gazetesinde yayınlanan bir rapor eklendi. Yanılmıyorsam Star da Bugün gazetesinden aktarmış. Savcının Ahmet Şık ve Nedim Şener’i tutuklama isteğiyle mahkeme önüne dikmesini sağlayan dehşetengiz bir belge bu. İstanbul Emniyeti’nce hazırlandığı belirtilen bu 49 sayfalık ve “İnceleme Tutanağı” adı verilmiş belge, mahkemeye gerek kalmadan yargıyı vermiş bile. Alıntılayarak aktarıyorum: “...Bu kitap çalışması ile Ergenekon terör örgütünün amaç ve hedefleri doğrultusunda propaganda yapıldığı, bu kapsamda özellikle devam etmekte olan dava sürecini etkileyerek ve yönlendirerek adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs edildiği, ayrıca suçu ve suçluyu övdüğü anlaşılmıştır...” Nasıl ama? Hukuk fakültesi birinci sınıfında “Kolluk kuvvetleri delilleri toplar; yargıyı mahkeme verir” diye öğretilir. Demek yanlış öğretiliyormuş. Demek 2011 Türkiye’sinde yargıyı da polisler veriyormuş. Bu durumda “Mahkemeye yapacak ne kalıyor ya da mahkemelere ne gerek kalıyor” diye sormalı mı?. * * * Ahmet Şık’ın kitapla ilgili çalışmasını daha fikir olarak doğduğu günden bu yana epey yakından biliyorum, izliyorum. Kitabı henüz başlangıç aşamasında da, Ahmet Işık’ın tutuklanmasından hemen öncesine denk gelen günlerdeki halini de okudum. Dikkatle okudum. Hatta bazı eleştirilerimi, öğütlerimi de ilettim. İnternette bir kaç sahte kopyasının dolaştığı, hatta kim olduklarını bilmediğimiz bazı uyanıkların kitabı internette pazarlayıp para kazanma yoluna girdikleri bu toz duman arasında, kitap üstüne dolaysız bilgileri okurla paylaşmak benim için artık meslek değil yurttaşlık görevi oldu. Buyrun. * * * Bir kitap, hele gazetecilik mesleğinin sınırları içine giren, araştırmaya dayanan bir kitap nasıl hazırlanır? Herhalde masa başında yorum yapıp, ahkâm keserek değil. Kitabın ele aldığı konu “İmamın Ordusu” adlı çalışma olduğuna göre, Fetullah Gülen’in yarattığı örgütlenmenin, yani Cemaat’ın başlangıcından bugününe bütün aşamaları, özellikle dönüm anları ele alınır. Bunun için Cemaat üstüne yazılmış, kimi eleştiren, kimi öven her türlü kitap, dergi ve gazete haberi taranır. Berbat, yıpratıcı, bezdirici bir emek harcamasıdır bu. Ahmet Şık iğneyle kuyu kazmacasına bunu yaptı. Yetmez. Konuya ilişkin resmi raporlarda, mahkeme dosyalarında yine iğneyle kuyu kazılır. Kalın dosyaların içinde önemli bir gösterge değeri taşıyacak küçücük paragrafların bile gözden kaçmaması için bu zahmetli tarama haftalar sürer ve -meslekten olanlar daha iyi anlayacaktır- bazan ikinci bir taramaya geçilir. Ahmet Şık bunu da sorumlu gazeteci titizliği ile yaptı. Yetmez. Konuyu iyi bilenlerin tanıklıklarına başvurulur, onlarla söyleşiler (=interview) yapılır. Söyleşiye yanaşmayanlara, ki devlet görevlileri çoğu kez yanaşmazlar, sorular iletilir ve yazılı cevapları beklenir. Ahmet Şık ulaşabildiği herkese ulaşmaya çalışarak bunu yaptı. Yetmez. Söyleşilerde ya da sorulara verilen yanıtlarda, tanıkların yanıltıcı, çalışmayı saptırıcı hatta yalan bilgiler vermeleri her zaman mümkündür. Bunların yeniden elden geçirilmesi, başka kaynak ya da tanıklarla karşılaştırarak doğrulanması, doğrulanamıyorsa ayıklanması gerekir. Doğruları yanlışlardan ayırmak, kuru iddiaların kanıtlarını aramak, bulunamıyorsa acımadan çöpe atmak gerekir. Ahmet Şık çalışmanın bu en zor ve tuzaklara açık alanında da titiz bir çalışma yaptı. Yetmez. Bazı tanıklar ya da söyleşi yapılanlar kendi ağzından kitaba aktarılacak olanları görmek, gerekirse düzeltmeler yapmak isterler ve bu onların hakkıdır. Söyleşiden sonra kendilerine iletilen bant çözümlerini elden geçirirler ve yazara “Şu öyle olmaz, bunu böyle demek istedim, şurası yanlış olmuş” gibi öneri ve uyarılarını iletirler. Yazar bunların ciddiye alınacaklarını kabullenir ve düzeltir, tersi ise dikkate almaz... Yetmez. Bazı tanıklar kimliklerinin gizli tutulmasında ısrar ederler. Bu onların hakkıdır. Ama “Nasıl olsa kimliğim belli olmayacak” rahatlığı ile uydurma iddialar ileri sürmeleri, kendi çıkarlarına ağırlık vermeleri ciddi bir tehlikedir. Bu aşamada ayıklama ve doğrulatma işlemi daha da zordur ve sadece titizlik değil mesleki maharet, deneyim ve hüner de gerektirir. Ahmet Şık, bu bağlamda da titizliğini korudu; yeterli deneyime ise zaten sahipti. İşte bütün bunları yapmadan bir araştırma yapmaya kalkar, bir kitap hazırlarsanız mesleğin ilkelerini göz ardı etmiş olursunuz ve bunun bedelini de alay edilerek, okunmazlık duvarına toslayarak, ciddiye alınmayarak ödersiniz. Ahmet Şık, söz konusu çalışmada meslek ilkelerine ve kurallarına titizlikle uydu. Aylardır elinden düşmeyen kitabın bir türlü bitmemesi, son halini alamaması da sadece ve sadece bu titizlikten kaynaklandı. * * * Buraya kadarında bir araştırma kitabı hazırlanmasında gazetecilik mesleğinin gereklerini sergileyip Ahmet Şık’ın da bu ilkelere titizlik uyduğunu anlattım. Ama benim söylediklerim de eninde sonunda bir iddia. Nitekim 49 sayfalık polis raporu benim söylediklerimin tersini iddia ediyor. Öyleyse bu yazı bugünlük burada bitsin ama yarın “Kitapta ne var ve kitapta olanlar nasıl ve hangi kaynaklardan, hangi tanıklıklardan elde edildi” sorularına somut cevaplar verelim... Yani arkası yarın...