Besbelli, Türkiye bu krizi öyle 2001’deki gibi bir kaç ay süren bir sarsıntıyla atlatamayacak.
Dünya devi şirketlerin küresel krizin faturasını çalışanlara çıkarıp sayıları her bir şirkette binlerle ölçülen emekçileri kapı önüne koyduklarına ilişkin uğursuz haberlerin gitgide gazetelerin iç sayfalarına iki hatta tek sütunluk değer biçilerek kullanılmaya başladığı, TV ekranlarında ise haber değeri bile taşımaz hale geldiği herhalde gözünüzden kaçmıyordur. Krizin dibinin görünüp görünmediği ise hala belirsiz. Her gün medyada bu konuda birbiriyle çelişen, birbirini yalanlayan haberler birbirini kovalıyor. Hoş dibi görünse de o “dip”te ne kadar kalınacağı da belli değil. Türkiye’de ise Başbakanın, gece mezarlıktan geçerken korkusunu bastırmak isteyen çocuğun yüksek sesle türkü söylemesinden farksız “Kriz bizi teğet geçiyor” yavesi, hayat tarafından gecikmeden yalanlandı. İstanbul, İzmit, Bursa, Eskişehir, Denizli, Çukurova, Kayseri, Gaziantep gibi sanayiin yoğunlaştığı bölgelerde kapısına kilit vuran, üretime ara veren fabrika haberleri günün sıradan haberlerine çoktan dönüştü. İşi olanlar yüreklerinde “Yarın da işim olacak mı” sorusunun burgacıyla evlerine gidiyor; ertesi sabah fabrika kapısında karşılacaklarını bilemeden tedirgin geceler yaşıyor. İşi olmayanlar ise bir iş bulabilme umudunu gün be gün biraz daha yitiriyor. Besbelli, Türkiye bu krizi öyle 2001’deki gibi bir kaç ay süren bir sarsıntıyla atlatamayacak. * * * İşsizlik, hele hele gençler arasındaki işsizlik Türkiye’nin kangrene dönüşme eğilimleri gösteren kanayan yarası. Çare, gecikmeden çare bulmak gerek. Çareyi elbette başta Hükümet, devletin dizginlerini elinde tutanlar, “Bu ülkeyi yöneteceğim” iddiasıyla siyaset meydanına çıkıp sorumluluk üstlenenler bulmak zorunda. Oysa onlar enisonu kentlerin belediye başkan ve meclislerinin, mahallelerin muhtarlarının seçileceği bir seçim dalgasına kapılmış, burunlarının ucunu bile görmeden oy dilenciliğine soyundular. İşsizliğin daha da körüklediği yoksullaşmayı yok edecek yollar aramak yerine erzak torbası, beyaz eşya, kömür dağıtıp “sadaka ekonomisi” ile yoksul avlama ayıbına kuvvet vermekteler.... Sözün özü: İşsizliğin kökü kazınamasa bile (ki kapitalizmde bunun mümkün olmadığını, olmaması gerektiğini, yedek işçi ordusunun, yani işsizlerin kapitalist ekonominin olmazsa olmazlarından olduğunu kapitalizm övgüsü düzen ekonomistler de reddetmiyor) hiç olmazsa azaltılması zorunlu ve bunun yolu da yeni iş olanakları, iktisatçıların diliyle söylersek “istihdam yaratıcı önlemler” alınmasından geçiyor. Bu derin kriz ortamında özel sektörün bırakınız yeni yatırımlar yapıp yeni iş alanları açmayı, ellerindekileri daraltıp, işçileri çıkarıp ayakta kalmaya çabaladıklarını artık ilkokul öğrencileri bile biliyor. Yani o kanattan işsizliği azaltacak bir çare gelmeyecek. Eee ? Bu durumda “Kader utansın” denip kadere rıza mı gösterilecek, yoksa başka yollar mı aranacak? ABD’de, Avrupa Birliği ülkelerinde yapılanlara bakın. Devletler ekonomiye müdahale ediyor. Düne kadar “Devlet ekonomiden elini tümüyle çeksin” türküsünü uzun hava makamında sürekli çığıranlar bile “korumacılık” denen devlet müdahalelerine alkış tutmakta... Bu bir reçete midir ? Valla krizi yaratan şirketlere, bankalara devlet kasasından Dolar, Euro akıtmaktan ibaretse pek işe yarar bir reçeteye benzemiyor. Ama bizde daha iyi bir reçete var. “Biz”dediğim Tempo24. Bu e-gazetenin komutanı Doğan Akın’ın 17 Şubat günü yayınlanan “Bazı Kit’ler Neden Açılmasın” başlıklı yazısını okuyun. (Gözünü sevdiğim e-gazete. Kağıt gazete olsa, “O geçmiş tarihli gazeteyi nereden bulacağım da okuyacağım” diye itiraz ederdiniz ve haklı olurdunuz. Oysa şimdi bu gazetenin “Yazarlar” bölümüne gittiniz mi, o yazı size sadece bir bir “tık” uzaklığında...) Özelleştirme furyasında kurban edilen verimli KİT’ler başta olmak üzere ve Doğu ve Güneydoğu’da yoğunlaşan et, süt kombinaları, yem fabrikaları canlandırılamaz mı ? Özelleştirmeden bu işletmeleri kapan girişimciler(!) yeni bir istihdam yaratmak bir yana, varolanların da köküne kibrit suyu ektiler. Bunların bir kesiminin canlandırılması bal gibi istihdam yaratır ve bu sadaka dağıtmaktan daha hayırlı bir adım olur. * * * Ben iktisatçı değilim; haddimi aşmayayım. Yeniden “devletçiliğe dönelim” gibi bir öneri filan da ortaya attığım yok. Ama şu kavurucu işsizliğe etkili bir reçete ile müdahale edilmesi gerektiğine de eminim. Havanda su dövmeye “Dibi göründü mü, görünmedi mi” laf ebeliğine boşverip Doğan Akın’ın önerisini tartışmaya ne dersiniz?