Arjantin’de, başkent Buenos Aires’te ayaklarım beni “ses”in geldiği yere götürdü.
Arjantin’de, başkent Buenos Aires’te ayaklarım beni “ses”in geldiği yere götürdü. Burası bir park. Kentin göbeğinde Rocaleta Parkı. Park içlerinde, ulu ağaçların arasında bir yamaca yayılmış kocaman bir çayır. “Ses” oradan geliyor. Yamacın en yukarısına bir sahne kurulmuş. Güçlü ses yükselticiler çevreye yayılmış. Ve koca çayır tıklım tıklım dolu. Okşarcasına esen serinle ılık arası bir rüzgar boğucu sıcağı yok ediyor. İnanılmaz güzellikte bir sonbahar akşamı bu. Yeni ay gökte incecik bir yay. Sizin de başınıza geldi mi ? Hani bir duyguyu, bir yaşam dilimini başkalarıyla bölüşmek istersiniz. Ama sözcükler soğur dilinizde. Ses, rüzgar, çiçeğe durmuş ıhlamurların baygın kokusu, sazlarını akort eden orkestranın uçuşan ezgicikleri, yüreğinizi dolduran bir... bir coşku... hayır: Sevinç !.. Evet uygun sözcük bu olmalı: Sevinç !.. Sahnede 19 kişilik bir yaylı çalgılar orkestrası var. Bir de şef: Adreani. Kocaman çayırda ise en az beş bin kişi. Sahneye yakın olanlar ayakta. Uzaktan izlemeyi göze alanlar çimenlere oturmuş. Dondurmasını yalayan on iki yaşlarında bir kız çocuğu; açılır kapanır iskemleciğini birlikte sürüklemiş bir ninecik; bir nine, bir dede, bir dede daha. Buenos Aires'in dört köşesinden kopup gelmiş beşbin kişi bir açık hava konserine hazırlanıyor. Ben fır dönüp Almanca, olmadı İngilizce konuşabileceğimiz, bazı sorular sorabileceğim birilerini arıyorum. Kimileri "Git işine be adam. Sırası mı şimdi ?" dercesine sepetliyor beni. Sonunda minik bir tepeciğin üstüne sevgilisi ile sırt sırta vererek oturmuş, sahneyi epey yakından engelsiz görebilen bir delikanlı buldum. İki laftan sonra da pişkinliğe vurup yanlarına çöktüm. Önce Andreani: 60 yaşlarında. Her mesleği yakıştırabileceğiniz, garson, nalbur, adliyede katip, bankada veznedar, emekli öğretmen, berber, gümrük komisyoncusu filan diyebilceğiniz, ama orkestra şefliği aklınızın ucuna bile gelmeyecek bir adam. Seyrek saçlarını düzgünce taramış. Üstünde ucuz mağazalardan alınmışa benzeyen, ütüsü de pek kalmamış bir pantolon ve onunla hiç de uyumlu olmayan uzun kollu bir gömlek. Elinde sopa gibi taşıdığı kemanı ve yayı. Andreani sahnenin önüne geliyor. Alkış patladı. Benim çevirmen(!) delikanlı kısa kesik cümlelerle aktarıyor: Askeri Diktatör Viola döneminde, bir konserde "Libertador (kurtarıcı, halâskâr) Türküsü"nü, "Liberte (özgürlük) Türküsü" diye sunmuş. Bu da diktatöre yetmiş. Güney'in buzlu steplerindeki toplama kampında kalanlar onun efsanesini yeniden Buenos Aires'e taşımışlar. Direnişi, boyun eğmeyişi kulaktan kulağa fısıldanmış. Cunta Faulkland Savaşı'nın ardından çökünce pek çokları gibi Andreani de özgürlüğüne kavuşmuş ve burada, bu çayırda 1983 yılında düzenlenen bir konserde yeniden halkına ve öğrencilerine kavuşmuş. O akşam Libertador Türküsünü hem açılışta hem kapanışta çalmışlar, söylemişler. Yıllardır her sonbaharda Andreani burada bir orkestra yönetiyor. Konser başlıyor. Kendinden büyük çellosuyla gencecik bir kızın yanında, film artislerini kıskandıracak kadar yakışıklı bir delikanlı, onun yanında bir Çinli, onun yanında kalın ve kara kaşlarıyla ırkını haber veren bir Ermeni, onun yanında... 19 gencecik müzisyen. Konser başladı. Haendel, Schubert, Rossini, Brahms, Mozart, Bizet, Rahmaninov... Hayır, hayır müzik yazısı filan yazacak değilim. Haddim de değil. Ama bir yaşam dilimini, yinelenmesi zor bir yaşam dilimciğini, bir "sevinç"i bölüşmek istiyorum. Gençler "Yarının Virtuozları" olarak sunuldu. Yeryüzünün dört bir yanından gelip, Buenos Aires'te, Güney Amerika'nın bu yeri tartışılmaz kültür başkentinde bir araya gelmiş 19 genç ve bir anti-faşist öğretmen: Andreani. Her parçadan sonra çayırdan alkış ve sevinç fışkırıyor. İki parça arasında tepemizden geçen bir münasebetsiz ve gürültücü helikoptere hep birlikte yumruklarımızı sallıyoruz. Helikopter (galiba) korktu ve tüydü. Konser sürüyor. Sevinç de... Geceyarısını bulduk, geçtik bile. Konserin sonuna geldik. Andreani "son parça olarak..." diye söze başlayınca kalabalıktan umutsuz bir itiraz çığlığı yükseldi. Son parça, evet, Libertador Türküsü... Bir yanda Andreani ve öğrencileri (notlarımdaki sırasıyla) Romen, İtalyan, İngiliz, gene Romen, Bulgar, İspanyol, bir İspanyol daha, Belçikalı, Alman, gene bir Romen, Fransız, Taiwanlı bir Çinli, Ermeni, yanyana üç Arjantinli, İsviçreli, Kanadalı, Telaviv'den bir Yahudi kız (çok da güzel)... Onların karşısında çimlere sereserpe oturmuş, her yaştan ve sınıftan Buenos Airesliler. Sanat burada halkla elele tutuştu. Genç, hepsi de çok genç 19 usta, yaşlı bir öğretmenle elele, kültürün elle tutulur, gözle görülür hale geldiği bu kültür başkentinde sevinç yaymakta, okşarcasına esen rüzgarla yarışıyorlar. Konser bitti. Ama alkışlar bitecek gibi gibi değil. Yavaşça ayrıldım. Yakındaki bir taraça kahvede kendime dört parmak konyak söyledim, bir koca tas da kahve. Bir de cigara yaktım. Kulağımda Andreani'nin kapanış cümlesi: - Sanatın vatanı dünya. Bu akşamki başkenti de Buenos Aires. İyi akşamlar...