Mavra ille de "matrak sohbet" değildir. Belli bir amacı olmayan, bir derin fikir anlatmak, bir görüş kanıtlamak gibi amaçlardan uzak, sohbet olsun diye kaynatılan sohbettir. En hası mapushanede, koğuşlarda uyku tutmadığında kaynatılır…
Hatırlarım. Bir Maltepe mapushanesi sohbetinde, benden bir kuşak önceki komünistlerden Vecdi Özgüner ağabeyim, poliste çözülmek ve çözülmemek üstüne "51 Tevkifatı"ndan bir tanıklık aktarıyordu.
O yıllarda "Filistin askısı" deyimi henüz bilinmiyormuş ama bir işkence yöntemi olarak arkaya bükülmüş kollardan iple tavana asmak elbette biliniyormuş. Buna "askıya almak" denirmiş. Askıya çekilen Cibali Tekel Fabrikasından partili bir işçiye, sorgucu polis "Ulan hiç olmazsa adını söyle, valla indireceğim seni askıdan" diye adeta yalvarmış. İşçi, polisin yüzüne gülümsemiş ve yine susmuş…
Vecdi abi hepimize çaktırmadan, sorguda bir komünist nasıl davranır dersi vermişti. Bitirdi ve sustu.
Sohbeti soluksuz izleyen gencecik bir devrimci öğrenci kendini tutamadı:
- Çok şanlı bir mavra oldu be Vecdi amca, çok şanlı bir mavra oldu valla… Sağol…
Bugünkü Cumartesi mavrası da şanlı bir mavra olacak.
İznik'in Müşküle Köyü muhtarı Fevzi Kavuk'u anan şanlı bir mavra….
Buyrun.
Bu meslekte bana onur kazandıran epey haber çıkardım, röportaj yaptım, biri hariç. "Eski zaman muhtarları" başlıklı bir röportaj dizisi tasarladım. Türkiye İşçi Partili muhtarlarla yapılmış röportajlardan oluşacaktı. Bafa gölü kıyısındaki sosyalist muhtar, Ödemiş Yeniköy'ün TİP'li muhtarı Mehmet, Adana'nın Kozan ilçesinin hatırlayamadığım bir köyünün "komünist" muhtarı Ramiz (Rasim?), Atalan- Göllüce toprak işgallerinin -kendi deyimiyle- "elebaşısı" Muhtar Ahmet, İznik'in Müşküle köyünün TİP'li muhtarı Fevzi Kavuk. Dahası Sinop Gerze'de, Kırklareli Alpullu'da, Gaziantep'te de sosyalist muhtarlar bulmuş, iletiyim bilgilerine ulaşmıştım,
Olmadı. Bir türlü yazıp çıkaramadım.
Ya o sırada çalıştığım gazeteden kovuldum, ya çalıştığım gazetede başımı bile kaşıyamayacak kadar ağır sorumluluklar üstlenmiştim vakit bulamadım. 12 yıllık siyasal göçmenlikte zaten yapılamazdı.
İçimde ukdedir. 20'nci yüzyılın 60'lı ve 70'li yıllarında köylerinde sosyalizmin bayrağını yükselten, muhtar seçimlerinde fark atarak yeniden ve yeniden seçilen "eski zaman muhtarları"nı yazamadım.
Bugün hiç olmazsa İznik Müşküle köyü muhtarı, Türkiye İşçi Partisi Genel Yönetim Kurulu üyesi, 1965 ve 1969 seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi Bursa milletvekili adayı Fevzi Kavuk'u "şanlı bir mavra"da konuk edeceğim…
Nazım Hikmet'in "Vasiyet" şiirini sanırım bilirsiniz:
Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
-öyle gibi de görünüyor-
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani…
Nazım Hikmet 3 Haziran 1963'de Moskova'da öldü. Orada gömüldü.
1964 Haziran'ında İznik'in göle bakan bir dağ yamacındaki Müşküle köyünde Nazım Hikmet'in hapishane arkadaşı Müşküleli İsmail Başaran, yine Müşküle köyünden Rıfat Talan, Nazım Hikmet'in bir başka hapishane arkadaşı, Müşküle'ye komşu köylerden ressam İbrahim Balaban, mimar Emin Canpolat ve Müşküle köyü muhtarı Fevzi Kavuk dağdan gürbüz bir çınar findanı köklediler, getirdiler Rıfat Talan'ın zeytinliğinin içine diktiler... "Nazım Hikmet'in çınarıdır bu" dediler, "Bunun altına gömülmeli o"…
Duyduk. Kıvandık.
1979'da Politika gazetesinde yayın yönetmeniydim. Odamın kapısı açıldı, her zamanki gibi sessiz, nümayişsiz Fevzi Kavuk belirdi. Sarıldık, selamlaştık. Hemen söze girdi:
- Nazım'ın çınarı toprağını sevdi, büyüdü, boy attı. Şimdi sıra sende... Bak koca gazetenin başına getirmişler seni. Haydi bakalım, Nazım Baba'nın cenazesini getirtmek için kolları sıva. Çınarı onu bekliyor…
İkimizin de gözleri doldu. Yine sarıldık, birbirimize.. Sonra "Senin işin çoktur. Ayağına dolaşmayacağım. Ama söylediğimi sakın unutma" dedi; geldiği gibi sessizce gitti.
Kolları sıvadım. Kolları sıvadık. Adaşım, kardeşim, Politika'nın Yazı İşleri Müdürü Aydın Şenesen bir kampanya projesi hazırladı…
Olmadı. Ben yine hapse düştüm, Davutpaşa Askeri Hapishanesini mekan tuttum. Ardından ülkenin üstüne 12 Eylül faşizmi çöktü. Benim payıma Almanya'da siyasal göçmenlik düştü. Fevzi Kavuk'a da on aydan fazla sürecek mapushane yolu.
Berlin'de Spree ırmağına açılan kanallardan birinin kıyısında dolanıyordum, kuşun kanadından haber geldi. 12 Eylül generalleri "Nazım çınarını" jandarmalarını yollayıp kestirmişlerdi…
Göçmenlik bitti. Türkiye'ye döndüm. Cumhuriyet'te başladım. Bir gün aklıma Fevzi Kavuk düştü. Oya Baydar, çok yakın arkadaşım Mehmet Akan (Hani ünlü "Bizimkiler" dizisinin Sabri bey'i) ve ben Müşküle'nin yolunu tuttuk.
Mehmet Akan diziden dolayı aşırı ünlenmiş. Çocuklar, köylüler etrafımızda toplandı. Oya Baydar pek güzel bir "beyaz yalan" kıvırdı, "Bu Sabri bey değil. O oyuncunun ikiz kardeşi, çok benzerler birbirlerine" dedi. Yuttular. Dağıldılar. Rahatladık.
Bir kahvenin bahçesine oturduk, Fevzi'yi sorduk. "Sağlığı iyi değil. Bursa'ya taşındı, Orada tedavi görüyor" dediler.
Derken üç dört yaşlı Müşküle köylüsü geldi yanımıza.
- Fevzi'yi sormuşunuz…
- Heee sorduk. Arkadaşımızdır. Ama Bursa'daymış. Yazık göremedik…
"Biz varız" dediler. Sonra belirgin bir övünçle gülümsediler:
- Biz muhtar Fevzi'nin ihtiyar heyetindeniz…
Sonra da fısıldadılar:
- Çınarı yeniden diktik. Nazım Baba'nın çınarını…
"Tamam anladık. Şanlı bir mavraymış. Ama durup dururken bu Fevzi Kavuk mavrası nereden çıktı" diye soranlarınız oldu mu?
Şey…
Üç gün önce 17 Şubat 2017'ydi. Fevzi Kavuk'un ölüm yıldönümüydü. Ben kendimce onu andım. Bugün "Eski zaman muhtarlarının" en şanlısını siz de anın istedim.