Oysa gündem hünerli bir gazete yazarının avuçlarını kaşındıracak, “Hangisine değinsem acaba” diye...
Başlık tırnak içinde; çünkü ödünç aldım. Çetin Altan’dan. Yaşı uygun olanlar belki hatırlar; çok yıllar önce, Türkiye’nin hızla 1960 darbesine gittiği günlerde, DP iktidarının öğrencilerin üstüne polisleri sürdüğü, üniversite hocalarının yerlerde sürüklendiği çok hareketli bir günde, mesleğimde hâlâ anılan ünlü köşe yazısı yukarıdaki başlıktan ibaretti. Koca köşenin ortasında topu topu beş sözcükten oluşan bir yazı. Ama yüzlerce ve yüzlerce kelimelik bir köşe yazısının etkisini uyandırmış; o gün Akşam gazetesi yok satmıştı. Ama benim başlığım ne öyle bir anlam taşıyor, ne öyle bir niyet. Benim canım bu gün sahiden yazı yazmak istemiyor. Hepsi bundan ibaret. Oysa gündem hünerli bir gazete yazarının avuçlarını kaşındıracak, “Hangisine değinsem acaba” diye düşündürecek kadar yüklü. Ama yine de ve bir daha: Bugün canım yazı yazmak istemiyor. Gün boyu ekran başında –annemin deyimi ile- siftindim. İnternette tavla da oynadım; sudoku filan da çözdüm. Yazı aklıma geldikçe “Akşama, olmazsa geceye kalsın” deyip haytalık ettim. Akşam oldu. Yazı yazacağıma konsere gittim. Borusan Filarmoni’nin eşlik ettiği, Berlin’de yaşayan bir Türk piyano dahisinden, Emre Alivar’dan anlatılmaz ve unutulmaz bir Chopin konseri dinledim. Konser öncesi delikanlının beş yaşında Ankara Devlet Konservatuvarı Piyano bölümünde başlayan yaşam öyküsünü okuduğumda “Amma şişirmişler” demiştim. Konser başladıktan kısa süre sonra böyle dediğimden utandım. Konser bittiğinde ise kendi kendime “Abicim ben bu gece yazı filan yazmam. Bir tas kahve, iki parmak konyak ile bu geceyi tamamlarım” dedim. Bu yazı da zaten kahve hazır olana kadarki kısa zaman diliminde yazılıyor. Haftada beş gün yazı yazarsanız böyle tıkandığınız günler olur. Hele o güne Chopin filan da eklenmişse tıkanıklık aşılmaz hale gelir. Mesleğin kaşarlıları böyle günler için zulalarında yedek yazılar bulundururlar. Herhangi bir gün yayınlanabilecek, herhangi bir yazı işte... Benim de zulamda öyle bir kaç yazı var. Mesela İstanbul’un trafiği üstüne; mesela yurttaşların kamu hastanelerinde hâlâ itilip kakılmaları üstüne...Tam buna niyetlenmişken içimdeki “dürüstlük meleği” beni dürttü; sonra da azarladı: “Ayıp değil mi? Okurları kandıracak; şişirme bir yazı ile günü mü savacaksın” dedi. Ey sevgili okur, meleğin uyarısına uyuyorum. Şişirme bir yazının benim için ayıp, sizin için saygısızlık olacağını düşünüyorum. * * * İşte bütün açıklığı ile ve yalansız yazdım: Evet, bugün canım yazı yazmak istemiyor. Kahve hazır oldu. Konyak zaten bekliyor. Tek eksiğim beni hoşgörmeniz. Görün e mi?