Aralarında sözleşmediklerine eminim. Biri İstanbul'dan, biri Muğla'dan, biri Malatya'dan üç okur neredeyse aynı cümlelerle yazmışlar:
- Aydın abi (bey, arkadaş) cumartesileri mavra okumaya alışmıştık ama haftalardır mavra yok. Özledik mavraları…
Besbelli ki bu dostça bir dilek. Besbelli ki yazarın övüneceği okur tepkileri. Ama hayır, neredeyse öfkelenecektim. Yutkundum. Ama cevapsız da bırakmayacağım.
Eyyy, sevgili okur!..
Mavra adı üstünde boş vakitlerde rahatlamak, gülmek, mizahın dibine vurmak için yapılan sohbettir. Hele bunaltıcı hapishane günlerinde koğuşlarda (bir zamanlar koğuşta yatılırdı) ya da yorucu ve yoğun geçen bir günün sonunda yazıişleri masalarından kurtulup iyi kötü donatılmış bir masada bir araya gelindiğinde kurtarıcı sohbetlerdir.
Şu yaşlı yazara hak verin. Bugünlerde mavraya sığınma hakkımız yok.
Ne yani, sevgili arkadaşlarımızdan Yücel Sayman'ı kaybettiğimiz şu günlerde kederi mavrayla bastıramazsınız. Belki ortak anılarınızı film şeridi yapıp belleğin derinliklerinden çıkarıp gözlerinizden önünden geçirirsiniz.
Mesela Hrant Dink, aslan oğlumuz Ara(ra)t Dink, Sarkis Seropyan arkadaşınızla "Türklüğe hakaret" zırvası ile yargılandığınız bir mahkeme odasında (salonunda değil, daracık bir mahkeme odasında), o dönemin azgın Türk milliyetçiliğinin neredeyse sembolü olmuş Kemal Kerinçsiz ve ondan da beter tayfası ile neredeyse dirsek teması kadar sıkışık yargılandığınız duruşmada, Yücel Sayman'ın hukuk dersi değerinde savunmasında gocunan bu milliyetçi çetenin sözlü saldırılarını hatırlarsınız. Eşinin işlettiği meyhanede bencileyin arkadaşlarını ağırlarken masaya mezeler, tabaklar taşıyan Yücel Sayman'a "Garson Başkan" diye böğürenlere dönüp sesini yükseltmeye bile tenezzül etmeden "Evet garsonluk da yaparım ben. Ama sizin gibilere hizmet etmem. Arkadaşlıklarından onur duyduğum insanlara hizmet ederim" deyip ağızlarının payını verdiği o gün çıkar gelir belleğin derinliklerinden.
Mavranın sırası değildir.
Bir zamanlar başka bir parti kurup AKP Reisi'ni yerin dibine batırmış, sonra utanılası bir dönüşle o sözleri yalayıp yutup Reis'inin hizmetine koşmuş Numan Kurtulmuş'un sözleri ekranlarda dönüp dururken mavra yazmak o zatın karşısında susmakla eşdeğerdir. Öyleyse ne mavrası?..
O zat önce biriktirebildiği üç kuruşluk Türk Lirası'nı dolara, Euro'ya çevirenlere "Dövize yatırım yapmak ahlâksızlıktır" demişti.
Ben o ahlâksızlığı yaptım. Emekli maaşlarımdan, Avrupa medyasına yaptığım analitik haberlerden biriktirebildiğim üç beş kuruşumu dolara çevirmek üzere döviz bürosunun önüne gittim. Yağmur yağıyordu ve bir kuyruk vardı. Çaresiz kuyrukta bekledim. Önümdeki yurttaş 2.100 dolar aldı. Ben de 1.500. Böylece paracıklarımızın inanılmaz bir hızla eriyip cebimizden çıkmasını ve sizin tayfanın ceplerine akmasını önlemeye çabaladık.
Eski keskin AKP muhalifi, bugünün AKP elebaşılarından biri olmuş o zat dün de devam etti. Yeni bir inci yumurtladı:
"Ekonomik buhran gibi bir laf haddi aşan bir sözdür. Kimse bunu aklından bile geçirmesin. Ekonomi ile demokrasi yan yana yürümek zorundadır".
Topu topu üç cümle.
Birincisine cevap: Eğer bu had aşmaksa ben ve benim gibi milyonlar o haddi kat kat aştı. Aşacak da. Bize ayar vermeye kalkışmak sizin haddinizi aşmanızdır. Bilesiniz.
İkinciye cevap: Aklımızdan geçirmek ne söz, aklımızdan çıkmıyor ki... Hatta "ekonomik buhran" gibi masum bir niteleme bile değil "Bizi gözümüzün içine baka baka soyuyor bunlar" gibi cümleler geçiyor aklımdan ve aklımızdan.. Haberiniz ola…
Sonuncuya cevap: Haklısınız. Öyle olması gerekir. Ama ekonomi çöküyorsa demokrasi de çöker. Demokrasi çökerse ekonomi de çöker.
Anlaşıldı mı?
Sanmıyorum ama ben yine de demiş olayım.
Yücel Sayman'ı kederimizi içimize gömüp uğurladık.
Öfkemizi içimize gömüp, kolları sıvadık; sizin takımı "siyasetten uğurlamaya" hazırlanıyoruz...
Haberiniz ola...