Gezi yazılarına bir ara verelim. Sadece ara. Yoksa Gezi direnişi üstüne birkaç gün önce yazdığım cümlede ısrarlıyım: Onlarca gazete yazısı, ciltlerle kitap yazılmalıdır.
Çünkü Gezi herkes için, özellikle Türkiye sosyalist solu için paha biçilmez dersler içeriyor…
Yine de bugün bir soluklanalım ve Gezi kadar önemli, üstelik Gezi’den çok daha acil bir konuya, Tırmık’ın kadim konusuna dönelim: Kürt sorunu ya da daha yakışık alan bir söyleyişle barış süreci.
Bu yılın Newroz’undan bu yana asker ve gerilla cenazelerinin gelmediği günlerin rehavetine kapılmanın yakıcı, hatta ölümcül sonuçları olabilir.
Barış sürecinde karar verici konumda iki güç var: AKP ve PKK.
Siyaseti kapalı kapılar ardında yürütmeyi marifet ve alışkanlık bellemiş AKP’de son söz sahibi olmakta hâlâ ısrar eden Başbakan’ın önceki gün Akil İnsanlar’la yaptığı uzun oturumda ağzından çıkanlar hiç de iyi alametler değil.
Örneğin PKK çekilme sürecinin hemen hemen bittiğini ilan ediyor, Başbakan “Daha yüzde 15’i çekildi. Hele bir tamamlansın” demekte.
Bu sözlerin anlamı açık: İki taratan biri doğruyu söylemiyor.
Acaba hangisi ?
Yalanları ardarda sıralamakta pervasızlık sınırını çoktan aşanın sabıka dosyasına bakınca hangisi olduğunu söyleyebilirim ama meslek ilkeleri var: Kesinleştirmeden yazma, söyleme !
Peki. Sustum.
Devam edelim. Başbakan’ın sözlerini ciddiye alacaksak, ki Başbakanın sözlerini de ciddiye almayacaksak, neyi ciddiye alacağız, anadilde eğitim, yüzde 10’luk seçim barajının adil bir düzeye indirilmesi gibi çok temel konular çıkmaz ayın son çarşambasına kalıyor. Terörle Mücadele Kanunu gibi hukuk garabetlerine ilişkin söylenen ise “Bir çalışma başlatılmış”tan ibaret. Ne zaman biter, neyi hedefler ? Bilinmiyor…
Bunlar hoş alametler değil desem, itiraz edenler herhalde sadece “Barış süreci iptal edilsin, Öcalan asılsın ve PKK’ya yönelik sadece askeri yöntemlerle kanlı bir imha hareketi başlasın” diyenler olur.
* * *
Hoş olmayan alametler sadece Hükümet kanadından gelmiyor.
20 Haziran’da iki yüksek rütbeli komutan taşıyan askeri helikoptere Hakkari Yüksekova’da ateş açılması…
Dün Tunceli’de sabah ve öğle saatlerinde iki ayrı silahlı saldırı. PKK mi, onun boşluğunu doldurma fırsatçılığına kendini kaptırmış bir başka silahlı örgüt mü bilinmiyor, ama silahlı iki saldırı olduğu gerçek…
Hele hele Cizre’de gülünç maskeler takmış, üstlerine üniformaya benzer bir şeyler geçirmiş genç bir grubun “Öz Savunma Birliği” oyununa kalkışıp, kimlik denetimi filan yapmaya kalkışmaları; müdahale eden polislere patlayıcı fırlatmaları…
Bunlar da kötü alametler.
Gerek Öcalan’ın, gerek BDP’lilerin ve dolaysız tanıklık edebileceğim Kandil’deki yöneticilerin barış sürecini ne kadar ciddiye aldıklarını, provokasyonlara kapılmamak konusunda ne kadar duyarlı olduklarını biliyoruz.
Ama duyarlığın yetmediği anlar da var. Şu ya da bu niyetle provokasyon sonucu doğuracak eylemlere kalkışanların “amasız, fakatsız, lakinsiz” mahkum edilmeleri, bir daha böyle bir halt yiyeceklerin önünün kesin bir dille tıkanması gerek. “Bizim delidolu çocuklar yanlış bir şeyler yapmış olabilirler. Ama bu süreci bozma sonucu doğurmaz” demek aşırı iyimserlik olur. 30 yılın deneyimleri bizlere (Kürt ya da Türk bizlere) yoğurdu mutlaka üflemeyi öğretti. Küçücük bir yanlış adımın nelere yol açabileceği 30 yıllık deneyimlerimizle sabittir…
Kötü alametler, kötü sonuçlar doğurmadan önlenmelidir. AKP tepelerini etkilemek pek mümkün değil. Ama en azından Kürt siyasal hareketi kendi mahallelerindeki kötü alametleri doğmadan boğacak yetkinlikte, deneyimde ve disiplindeler.
Gün bu ağırlıklarını gecikmeden ve olup biteni önemsizleştirmeden kanıtlama günüdür…