Başlığı esinlendiren şiiri çoğunuz bilir. Özdemir Asaf’ın iki üç satırdan ibaret ama bilgelik fışkıran dizeleriydi:
Bugünlerde hep dilimin ucunda. Değiştirip dönüştürüp yineliyorum:
- Bütün değerler hızla kirleniyordu / Birinciliği Hocalı mitingine verdiler...
- Bütün kurumlar hızla kirleniyordu / Birinciliği medyaya verdiler...
- Bütün reziller hızla kirleniyordu / Birinciliği beyaz Türklere verdiler...
Hocalı Mitingi üstüne çok yazıldı çizildi. Bir de ben eklemeyeyim. Zaten midem de kaldırmıyor. En iyisi, bizim T24 tayfasından Tayfun Atay’ın nefis yazısından ödünç alayım:
- Hiçler bize piç dedi.
Bence yeter. Bu ülkede hiç olmak hiç bu kadar ete kemiğe bürünmemişti. En iyisi “Hiç”leri hiçlikleriyle baş başa bırakalım...
* * *
Gelelim hızla kirlenen beyaz Türklere...
Medyadaki beyaz Türklerden söz ediyorum. Onları tanıyorsunuz, neredeyse asgari ücretle ve azami güvensiz koşullarda çalışan haberciler ter akıtırken, onlar astronomik maaşları, yine astronomik primleri, sımsıkı sarıldıkları koltukları, makamları ve “Aman bana bulaşmasın” korkusundan kaynaklanan itibarları(!) ile her gün gazetelerde, ekranlarda karşımıza çıkıyorlar.
Ancak 28 Şubat’ın kirli defterleri ortalığa saçıldıkça iyiden iyiye paniklediler. “Valla billa ben bir şey yapmadım. O yaptı... Yalan söylüyor... Asıl bir şey yapan oydu...” makamında aşırı kirlenmiş yazılar, sözler gazete köşelerinden, TV ekranlarından üstümüze yağıyor.
Bu beyaz yiğitlerden biri TV’de şecaat arz etti. Aklı sıra 28 Şubat’ta ne kadar kirli, ne kadar iğrenç siyasal manevralar çevrildiğini kanıtlayacak. “Dönemin Turizm Bakanına istifa et yoksa kirli dosyalarını açarız, dediler. Ben bizzat gidip ona, bunu haber verdim...”
Haydiiii, bir tartışma, bir itiş kakış başlıyor. Yalan söylüyor... Hayır doğru söylüyorum... Kanıtla... Kanıtım yok. Bunun kanıtı mı olur. Ama doğru söylüyorum... Hayır hezeyan içindesin... Hiç bile değilim...”
Öğğğğğğkkk !..
O tartışmada bir Allahın kulu çıkıp da o zata ve o zatlara sormadı.
Tamam, anladık, tepelerden haberler alan bir yüce zatmış. Ama mesleğini sorana da gazeteci olduğunu söylüyor. Peki öyle bir duyum alan, böyle bir “haber ucu” yakalayan bir gazeteci, koşup o bakanın kulağına duyduklarını mı fısıldar; yoksa var olduğu söylenen dosyaların peşine düşüp ele geçirmeye mi çabalar? Diyelim, baktı dosya mosya yok; o zaman da “Dosya var” numarasıyla hükümet devirmeye kalkışan karanlık güçleri eksenine alan bir haber mi patlatır?..
Öyle bir haber yakalamış bir gazeteci o haberi patlatırsa bizlere hem alkış tutmak, hem kıskanmak düşerdi. Şimdiyse bomba gibi bir haberi yemiş bitirmiş; halkın haber alma hakkını umursamamış biriyle (aslında birileriyle) karşı karşıyayız. Bize de “Yuhalasak mı, yoksa meslek adına utansak mı” ikilemi kalıyor... Seç seçebildiğini...
* * *
Günlerdir ya medya patron ve prenslerinin ve baronlarının “Ben yapmadım, o yaptı” yollu itiş kakışlarıyla oyalanıyoruz ya da 28 Şubat mağdurlarının yanında saf tutan başka gazetecilerin belge, kanıt ortaya koymadan intikam çığlıkları attığı, cadı kazanları kaynattığı bir başka gazetecilik ayıbıyla...
Olan da 28 Şubat denen “demokrasiye dolaysız saldırı”nın derinlemesine kavranmasına, iç yüzüne ve gerçek bir hesaplaşma fırsatına oluyor...
Gelin eşyayı adıyla çağıralım:
● 28 Şubat, sandıkta yarışacak kadar çalışkan, yaratıcı ve donanımlı olamayan, “Halkı laiklik mi demokrasi mi” gibi saçma sapan bir ikilemle karşı karşıya bırakıp birini ötekinin zıttı gibi göstermeyi –hemen hemen- başaran güçlerin postal-tank desteğiyle iktidarı ele geçirme saldırısıdır.
● 28 Şubat Türkiye kapitalizminin en tepesindekilerin, palazlanan ve çoğu mütedeyyin denen kesimden gelen ve pastadan pay isteyen yeni sermayedarlara karşı, devlet gücünü kullandığı saldırıdır. Türkiye finans ve sanayi kapitalizminin en tepesindeki it dalaşında, büyük sermayenin demokrasi dışı yöntemlere nasıl da balıklama atlayabildiğinin ibret verici tablosudur.
● 28 Şubat işçi ve öteki emekçi kesimlerin sendikasızlaştırılmasını seyretmekten öte çaba harcamamış, beceriksizlikleri, inançsızlıkları paçalarından akan, sendika ağalığının konforundan vazgeçemeyenlerin masada karşılarına oturmaları gereken işveren örgütleriyle aynı tarafta oturup hatta kol kola girip demokrasiye bir de o yönden saldırdıkları bir utanç dönemidir...
● 28 Şubat medya dışı sektörlerde büyük sermayeleri kontrol eden medya patronlarının ellerindeki gazete ve televizyonları silah olarak kullanarak servet ve konumlarını güçlendirme operasyonları zinciridir. Tetikçileri de yönetici koltuklarına oturttukları medya prensleridir.
● 28 Şubat kendilerini devletin sahibi, halkı da güdülecek sürü olarak gören hasta bir zihniyete sahip üniformalı ve üniformasız yüksek bürokrasinin demokrasinin ırzına geçme pahasına uyguladıkları bir psikolojik harekattır.
Eksiği varsa siz tamamlayın. Ama 28 Şubat’ın özünü kavramamızı önleyecek, karartacak bu kayıkçı kavgasına, bu düzeysiz itiş kakışa da yüz vermeyelim.