Dün "Öfkeden patlayacak hale gelince sığınılabilecek tek liman mizahtır" diye yazdım.
Yanılmışım.
Gün geliyor öfke mizaha sığmıyor.
Bugünlerde tam da böyle…
Hatırlayın:
Kürt siyasal hareketindeki en saygın kadınlardan birinin, Leyla Güven'in önce Haziran 2020'de milletvekilliği düşürüldü, önceki gün de AKP yargısı tarafından 22 yıl 3 aya mahkûm edildi.
Suç: Silahlı terör örgütü üyesi olmaktan 14 yıl 3 ay; terör örgütü propagandası yapmaktan 8 yıl. Toplam 22 yıl 3 ay hapis.
Bilmeyenler, yakından tanımayanlar için kesin bilgi: Leyla Güven'e her şey denebilir ama asla ve asla terör örgütü üyesi olduğu, terör örgütü propagandası yaptığı söylenemez. O, Kürt sorununun çözümünün sadece ve sadece barışçıl yöntemlerle mümkün olduğunu inatla ve ısrarla savunan bir siyasetçidir.
Ama biliyoruz ki AKP yargısının böylesi bilgilere ihtiyacı yoktur ve yargılama adaleti gerçekleştirmek için değil Reis'in ve takımının iktidarını koruyup kollamak için yapılan bir işlemdir.
Haydi gelin şimdi, Leyla Güven'le ilgili karardan duyduğunuz öfkeyi mizaha sığınarak göğüsleyin.
Denedim.
I-ııh, sığmıyor.
Dün AİHM Büyük Dairesi Selahattin Demirtaş'la ilgili son kararını verdi: Ağır hak ihlali. Yani: Derhal tahliye. AİHM Büyük Daire kararı yargılamada son aşamadır. İtiraz mümkün değildir. Kesindir. Ondan sonrası yoktur.
Sevinmekte, hukukun adaletle buluşmasını alkışlamakta acele etmeyecek kadar deneyimliyim. Çünkü AKP Reisi'nin ve tayfasının hukuktan ne anladığını artık iyi, hem de çok iyi biliyorum, biliyoruz.
Mizaha sığınmayı yeğledim. "AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) yerine ADHM (Avrasya Despot Hakları Mahkemesi) kurun ve rahatlayın" diyerek kendimce dalga geçtim.
Sabah uyandık. AKP Reisi, partisinin grup toplantısında milletvekillerine müjdeyi verdi:
AİHM Büyük Daire kararı bizi bağlamaz…
"Bizi" dediği kendisi ve takımı. Mizaha sığınsam yine "Senin dediklerin de beni ve bizi bağlamaz Reiiiiisss!.." diye bir Tırmık yazsam dedim.
Denedim de…
I-ıh… Sığmadı.
İşime baktım. İşim yerli ve dilini bildiğim yabancı gazeteleri neredeyse resmi ilanlarına kadar okumak, sonra da aklımın erdiği, dilimin döndüğünce bir şeyler yazmak…
Yerli ve yabancı medyada en tepelere yerleştirilmiş bir haber:
MİT TIR'ları davasında yargılanan Can Dündar'a "Siyasi ve askeri casusluk" suçundan 18 yıl 9 ay ve "Silahlı terör örgütüne yardım etmek" suçundan 7 yıl 21 ay, toplam 27 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
Haberi okuduktan sonra mizaha sığınmaya kalkışmadım bile.
Can Dündar'ın yayın yönetmeni iken Cumhuriyet Gazetesi'nde yayımladığı haber Adana'da jandarmanın durdurup arama yaptığı TIR'larda ele geçirilen roketler, bombalar, savaş silahları ve cephane idi.
TIR'ların MİT'e ait olduğu ortaya çıktı. İlk resmi açıklama MİT'e ait silahların bir MİT istasyonundan ötekine taşındığı oldu. Bu yalan çabuk çöktü. Yasaya göre MİT'in silah deposu olamazdı.
İkinci bir yalan arandı ve bulundu. "Suriye'deki Bayır Bucak Türkmenleri diye anılan soydaşlara, kendilerini korumaları için silah desteği yapıldığı" söylendi. Bu yalanı gazeteciler değil, MHP'den kopup AKP'de ikbal kapısı arayan, bulan, bir ara genel başkan yardımcılığına kadar yükselen, Tuğrul Türkeş bozdu. Bir TV programında konuştu:
"Burada bizi izleyenlerin huzurunda yemin ediyorum. Vallahi ve billahi o silahlar Türkmenler'e gitmiyordu. Bilerek söylüyorum…"
Son yalan da böyle çökünce ve yeni bir yalanı yutturmak artık olanaksız kalınca kestirmeden gidildi. Cihatçı çetelere TIR'larla silah ve cephane desteği verilmesi "devlet sırrı" ilan edildi. Bunu açıklayan gazeteci de casus sayıldı.
Yetmedi, bilgi "silahlı terör örgütü" ilan edilen Gülen Cemaatı'na bağlı rütbeli polis ve jandarmalardan alındığı için pırıl pırıl bir gazetecilik olayı silahlı terör örgütüne yardım sayıldı.
Bir kere "devlet sırrı" denen karanlık kavrama karnımız tok. Devlet suç sayılan bir eyleme girişmişse, mesela Suriye'de meşru hükümete karşı silahlı teröre başvuran cihatçı teröristlere silah ve cephane yardımı yapılmışsa bunu ortaya çıkarmak gazeteciliktir ve bu gazetecinin görevidir. Böyle karanlık ilişkilerin haberi de namazını kılan, tığ ile dantel ören ninelerden değil, bu işlere bir ucundan bulaşmış ya da bulaşanları bilebilecek başka karanlık kişilerden, örgütlerden alınır.
Can Dündar arkadaşımın yaptığı da bundan ibarettir. Olağan koşullarda devletin dizginlerini elinde tutanların işlediği yasadışı eylemleri ortaya çıkaran gazetecilere ödül verilir. (Nixon'u istifaya götüren Watergate haberini bulup çıkaran iki gazeteciyi, Bob Woodward ve Carl Bernstein'ı hatırlayın.)
Bizde 27 yıl 6 ay'a mahkûm ettiler…
Seçilmiş milletvekili Leyla Güven'in önce milletvekilliğini düşürüp sonra da 22 yıl 3 aya mahkûm etmek, aslında Leyla Güven'i değil demokrasiyi mahkûm etmektir.
Selahattin Demirtaş hakkında AİHM Büyük Daire kararını "bizi bağlamaz" cevabıyla karşılamak aslında Demirtaş'ı değil hukuku ve adaleti mahkûm etmektir.
Cihatçı çetelere silah ve cephane gönderen MİT TIR'ları haberini bulup çıkaran Can Dündar'ı 27 yıl 6 aya mahkûm etmek, aslında Can Dündar'ı değil gazeteciliği mahkûm etmektir.
Siz şimdi bu Tırmık'ı okuyadurun, benim işim var. 29 Aralık'ta Anayasa Mahkemesi genel kurulu Osman Kavala arkadaşımın dosyasını ele alacak. O gün mizaha sığınan nasıl bir Tırmık yazacağımı bugünden düşünmem lâzım. Çünkü öyle bir yazı kolay olmayacak…