YDH kısaltmasıyla anılan ve tanınan Yeni Demokrasi Hareketi adlı bir siyasi oluşum 1990'lı yılların başında ortaya çıktı. Belleğim beni yanıltmıyorsa İlk kez de 1993'te İstanbul'da Lütfi Kırdar Kongre Merkezi'nde görücüye çıktı. Cumhuriyet'te haberciydim. Toplantıyı baştan sona izledim, haberini yaptım. Haber yayınlandı, epey de ilgi çekti..
Birkaç gün sonra İlhan Selçuk yukarı çağırdı.
- Oğlum, bu YDH dedikleri nedir, ne oluyor? İçinde soldan tanıdık epey isim var.
Haklıydı. Cem Boyner, Asaf Savaş Akad, Can Paker, Etyen Mahçupyan gibi ekonomik ve siyasal liberalizmi iddiayla savunan isimlerin yanı sıra, TİP'in, Aybar'ın kitle partisinden "Leninci parti modeli"ne dönüştüğü 4. Kongre'de Leninci çizginin sözcüsü olarak konuşanlardan Hüseyin Ergün, TKP'nin son politbürosunda üyelik yapmış Zülfü Dicleli, Henüz devrimci sayıldığı dönemde Türkiye'nin Marksçı- Maocu hareketinin lideri Doğu Perinçek takımının önde gelenlerinden Cengiz Çandar, Kürt siyasal hareketinde o dönemde ağırlığı ve ünü olan Ümit Fırat YDH'de, hem de kurucu kadro içinde "ağır toplar" olarak yer almışlardı.
- Peki sence tutar mı bu hareket? Partiye dönüşecek mi?
- Cevaplar için henüz erken abi. Ama tutarsa bizim de hızla derlenip toparlanmamız gerekir.
- Ne demek o?
- Şu demek abi. Liberalizmi hem siyasal hem ekonomik bağlamda benimsiyorlar. Yani doğru düzgün, kurallı bir kapitalizm. Ekibin entellektüel birikimi bu çizgiyi iyi savunmaya yeter, hatta artar bile. Yani merkez sağa kalite kazandırırlar. Bu durumda biz de solda artık ezberlerle, sloganlarla idare edilmeyecek bir silkinme zorunda kalırız.
- E iyi o zaman bu?
- Bence de öyle abi.
- Öyleyse biz gazete olarak izleyelim bu senin YDH'yi?
- Nerden benim oluyor bu YDH şimdi?
- Cumhuriyet adına izlemekle seni görevlendirdim de ondan…
Yine ona pek yakışan o tilki gülüş…
İstanbul'da birkaç semt toplantısı, derken Kocaeli'nde Kartepe toplantısı, ardından İzmir, -yanılmıyorsam- Eskişehir. Art arda toplantılar…
Başı çeken ekip epey güçlü ve ünlü ama yine de YDH'yi sürükleyen, vitrinde temsil eden Cem Boyner. Her toplantıda liberalizmin siyasal ve ekonomik anlayışını sözcükleri sakınmadan dillendiriyor; anlatıyor, anlatıyor sonra bir kez daha anlatıyordu. Dinleyenler için anlatılanlar pek de bilinen ilkeler değildi. Özellikle yerel iş adamları (o zamanlar "iş insanı" terimi henüz Türkiye'ye gelmemişti) pek hoşlanıyorlar ama iş devletin devletin ekonomiden tümüyle çekilmesine gelince (ihaleler, kamu kuruluşlarının ürettiği ara malları elverişli koşullarla alma olanağı vb.) irkiliyorlar, duraksıyorlar, kimileri surat buruşturuyordu.
Neyse. Buraya kadarı mavraya giriş için gerekli bilgi notuydu..
Artık geçen hafta Cumartesi aksattığım için okurdan kitlesel tepki alıp fırça yediğim "mavra"ya geçelim…
YDH'nin Kars, Ardahan, Artvin, Hopa gezisine çıktık.
İlk -yumuşak- şamar daha Kars havaalanına iner inmez geldi. Bir çok partinin ipini çekip fazla yol alamadığı için YDH'nin kapısına çalmış ve Kars bölgesindeki örgütlenmeyi yürütmekte olan siyasetçi bir işadamı uçağın kapısında bir davul zurna ekibi ve sekiz on kişilik halay çeken, horon tepen bir ekiple Boyner'i ve ekibini karşıladı..
Dilimi tutamadım, "Demirel'le, sonra da Ecevit'le çıktığım seçim gezilerinde onları da böyle karşılamışlardı" deyiverdim.
Modern kapitalizmi ve Avrupa liberalizminin değerlerini "halkımıza" anlatmak üzere yollara düşmüş YDH ekibinden bana ters ters bakanlar oldu.
Ertesi gün Kars'tan Ardahan, Artvin yönüne yola çıktık. Susuz kasabası yakınlarında otobüsümüz bir çay molası verdi. Susuz kasabasının içinde değil de, açığında, anayol üstünde bir kahveye oturduk. On beş kadar köylü de kahvedeler. Bize merakla bakıyorlar. Cem Boyner on beş dinleyici bulunca fırsatı kaçırmadı ve Kars'ın Susuz kasabasındaki köylülere YDH'yi anlatmaya başladı. Oralar orman bölgesi. Ünlü ve şiir yüklü Yalnızçam geçidi ve ormanları az ilerimizde…
Boyner ormanların devletin elinde kamu mülkü olmasına parlak cümlelerle itiraz etti. Devletin elindeki bütün ormanların, toprakların köylülere, ihtiyaç sahiplerine dağıtılması gerektiğini, girişimci ruhla donanmış (yani donanacak) köylülerin kendi işletmelerini kurmalarıyla refaha kavuşabileceklerini uzun uzun, ballandıra ballandıra ve doğrusu çok da iyi anlattı. Köylüler sessizce, hatta epey de tepkisiz dinlediler. Tepkisizlik Boyner'i kamçıladı, daha da ballandırarak bir daha, sonra bir daha anlattı…
Konuşma bitti. Sıra çayları yudumlamaya geldi. Sevimli ve yaşlıca bir köylü söz istedi:
- Bey hoş geldiniz sefa getirdiniz. Benim bir maruzatım var Benim oğlan askerden döndü biliyon mu?
Garibim Cem Boyner ne desin? "Biliyorum" diyecek hali yok ya, "Buyrun efendim" dedi. Susuz köylüsü devam etti.
- Siz Angara'dan İstanbol'dan neyin geldiniz. Hani devlete sözünüz geçer. Acaba benim oğlana orman idaresinde bir iş mümkün mü diye soracağım….
Devletin ekonomiden tümüyle çekilmesini, ormanların kendi işletmelerini kurmaları için orman köylülerine verilmesini öngören "modern kapitalizm" anlatısı ikinci şamarı yedi.
İnatçı Cem Boyner bir kez daha anlattı.
Köylü de inatçıymış:
- Orman İdaresi olmuyor he mi? Belki Devlet Su İşlerinde bir iş imkanı olur. Hani, siz bir söylesiniz bey…
Molayı bitirdik, yola devam ettik. Artvin'e geldik.
Bir kapalı salon toplantısı düzenlenmiş. Önde Artvin'in iş adamları, aydınları filan var. Arka sıralarda da grup halinde oturan "Artvinli devrimciler". Ben de onlara yakın bir iskemleye çöktüm.
Cem Boyner yine YDH'yi ve siyasal ve ekonomik liberalizmi anlattı. Önlerden bazı sorular geldi. Onları cevapladı. Sonra arka sıralardaki "devrimin bayrağını dik tutmaya kararlı" devrimcilerden kabalık içermeyen ama bir liberalizm savunucusu için cevaplaması zor sorular geldi. Boyner onları da cevaplamaya çabalarken, o grupla birlikte oturan biri benim iskemleye sokuldu.
- Selam Aydın arkadaş, dedi. Yav bu Cem Boyner'in acaba Orman İdaresinde filan bana bir iş ayarlamakta faydası olur mu? Bir sorsan…
Ne diyeyim. "Şimdi olmaz. Yolda söylerim" deyip geçiştirdim.
Cem Boyner hâlâ ve bıkmadan ekonomik ve siyasal liberalizm değerlerini anlatıyordu…
YDH besbelli ki Avrupa ölçütlerinde bir liberalizmi Türkiye'ye taşımakta epey erken öten horozdu. Nitekim ömrü de kısa oldu.
Peki, Türkiye kapitalistleri için "bugün hâlâ erken" desem haksızlık etmiş mi olurum?
Sanmıyorum.